7 Mart 2012 Çarşamba

(Röportaj) Tunç Fındık


“Güneşli bir günde doğada olmaktan güzel ne olabilir ki?”

Denizden  neredeyse  dokuz kilometre yüksekte atmosferin inceldiği,  incelmiş havadaki oksijen ve basıncın yaşama elverecek seviyelerin çok altına düştüğü, korkunç soğuk,  fırtına ve devasa çığların hakim olduğu yüksek dağlarda dağcılar nasıl yaşarlar, nelerle mücadele ederler?

Tunç Fındık Doğa sporlarının Türkiye deki en önemli ve en tanınmış isimlerinden biri. doğa sevgisini “Güneşli bir günde doğada olmaktan güzel ne olabilir ki?” diye içsel bir soruyla pekiştiriyor. Bu soru aslında her şeyi açıklıyor, Dünyada bir çok dağın ilk Türk tırmanışını ve Türkiye dede  bir çok dağın ilk tırmanışlarını gerçekleştirmiş. Tabiri caiz ise dağda kendi rotasını kendi çizen gerçek bir macera adamı.  Tunç Fındık’a ulaşmak çok kolay ve çok zor oldu aslında. Röportaj için ilk maili attıktan 20 dk sonra cevap geldi ama O mail Tunç’un İranda olduğunu döner dönmez bizimle irtibata geçeceğini yazıyordu, açıkçası röportaj için ümitsizliğe kapılmıştım ama bir cumartesi sabahı gelen maille bu yazının ilk satırları beliriverdi. O bir Dağcı, o bir Fotoğrafçı, yazar, çevirmen, doğa tutkunu, adrenalin aşığı bir maceraperest.  son kitabı İrtifa 8000 yeni yayınlanmış olsa da haftalardır internette müthiş cümleleri takipçileri tarafından paylaşılıyor. İşte Tunç Fındıkla gerçekleştirdiğimiz röportajın ayrıntıları;  


Tunç Fındık  kimdir?
        
         Ben profesyonel dağcı, dağ rehberi ve yazarım. Bilkent Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldum. Doğa sporlarına 1983 yılında başladım, bu dönemde izcilik ve kampçılık ile uğraştım, 1990 yılından sonra  mağaracılık ve dağcılığa yöneldim. Bilkent Üniversitesi,  Hacettepe Üniversitesi Dağcılık Kulüplerinde eğitmenlik yapıp kulüp tırmanışlarına liderlik ettim ve Türkiye Dağcılık Federasyonu bünyesinde yurt dışı yüksek irtifa faaliyetlerine katılarak Türkiye’yi milli sporcu olarak temsil ettim. Lisanslı bir dağcı olarak, Türkiye Dağcılık Federasyonu’nun 1996 tarihine kadar olan faaliyetlerinde eğitmenlik ve teknik danışmanlık görevlerini yürüttüm,  AKUT Arama Kurtarma Derneği gönüllüsüyüm, Zirve Dağcılık Kulübü ve UİAA (Uluslararası Dağcılık  Federasyonları Birliği) dağ komisyonu üyesiyim.


Tunç Fındık’ı dağların zorlu koşullarına iten güç nedir ve o gücü nasıl besliyorsunuz?

         Ben küçüklükten beri arazide olmayı çok severdim, hala değişen bir şey yok. Dağda, tırmanışta olmak benim için dünyadaki en güzel şey. Güneşli bir günde doğada olmaktan güzel ne olabilir ki? Dağların bana verdiği enerji ve özgürlüğü hiçbir şeyde bulamam. Dağlarda kendi bedenimle ve ruhumla aksiyon içinde olmayı çok seviyorum. Benim  motivasyonum da buradan geliyor.  Dünyanın farklı yerlerindeki dağlar, coğrafyalar, insanlar, gezmek, tırmanış ve dağdaki dostluklar. İşte bunlar beni çok çekiyor.


Profesyonel bir dağcı olarak Dağcılık sporunda risk faktörüne karar verme ve problem çözme stratejilerini siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

           Bunlar dağcılık ve tırmanışın parçasıdır. Dağcılığın büyük bir kısmı  kontrollü riskleri yönetmekten geçer. Zorlu bir tırmanışta veya yüksek bir dağdaki stresli ortamlarda karar vermek kaçınılmaz bir durumdur. Dağcılık sporunu değerli ve keyifli kılan, kontrollü riskleri doğru yönetmek ve doğru kararları almaktır. Riski doğru hesaplamak dağcılıkta her şeyin temelindedir çünkü söz konusu olan insan hayatıdır.  Tüm dikkat ve hesaplamalara karşın, dağcılar riskli durumlarda kalabilirler çünkü dağ ortamı beklenmedik risklerle ve beklenmedik olaylarla doludur; ekipten birinin hastalanması veya ekibin tırmanışta kaza geçirmesi, ani bir fırtına veya tipi gibi beklenmedik durumlarda stres altında, zor durumlarda doğru hareketi yapmaya karar verebilmek, soğukkanlılığı elden bırakmadan hızlıca karar almak sadece tecrübeli bir dağcı tarafından yapılabilir. Mesela 2009 yılındaki Dhaulagiri çıkışımızda, zirve tırmanışı sırasında şiddetli bir tipi ve yıldırım geldi. Acil bir karar almam gerekiyordu;  hava hızla kötüleşiyordu ve  zirveden vazgeçmem mi gerekiyordu? Çok zor koşullarda  Dhaulagiri’ye tırmandım ama  sis ve tip basmadan önce   kör iniş yapabilmek için pusula açışı almadan değil. Bu sayede,  aynı tırmanışta bir  kişinin hayatını kaybettiği bu zirveye gittikten sonra dönüş yolunu doğru bulabildim.


Türk dağcılık camiasının heyecanla izlediği bir 14 x 8000 projeniz var. bu proje nasıl oluştu. bu projede sizi en çok zorlayan şey nedir?

          Buna ‘dağcılığın maratonu’ diyebiliriz. Bu her açıdan zor bir proje 14x8000, birçok kısmı da  tehlikeli ve uğraştırıcı, birçok insanı caydıran ve pes ettiren bir hedef.  8000’lik bir dağa çıkmak gerçek maceradır ve  her tür dağcılıktan çok daha ödüllendiricidir. Bunun başarısının hissi hiçbir şeyle mukayese kabul etmez, riski de büyüktür, işler ters giderse eve dönemeyebileceğiniz bir girişimdir. Macera bilinmeyendir.  8000’lik çıkışlarda o kadar çok belirsizlik var ki, gerçek macera bu oluyor işte. Hedefim en başta 14x8000 gibi bir proje tabii ki değildi, çünkü gençliğimde dağcılığa sadece dağ ve doğa sevgisiyle başladım. Ancak birkaç 8000’lik dağa çıkıp, 8000 metrede bünyemin iyi çalıştığını görünce, neden bu proje olmasın dedim. İçinde olunca bana  zevkli bir mücadele olarak geliyor ama tahminler ötesinde zorlu bir uğraşı ve devamlı, hiç bitmeyen  bir “challenge” var.  Ve de kolay 8000’lik diye bir şey yok, sadece daha az riskli ve daha çok riskli olanları var. Everest Dağı bunlar arasında görece kolay olanlardan sayılır çünkü popüleritesinden dolayı lojistiği çok iyi. Annapurna, Nanga Parbat, Kanchenjunga ve Makalu ise tehlikeli ve zor olan 8000’lik zirvelerden; çığ ve teknik tırmanış nedeniyle. K2 Dağı ise kötü havasıyla ve teknik tırmanışın zorluğuyla ünlü. Kısaca, hiçbiri kolay değil; mükemmel planlama, performans ve şans gerektiren projeler. Yüksek dağcılıkta en önemlisi, eve ve sevdiklerine sağ ve salim geri dönmektir,  zirve ile dönerseniz bu da büyük bir bonus’tur.
2012 yılı başı itibariyle bu projenin yarısındayım diyebilirim. 2001 yılından beri 10 adet 8000′lik dağa gittim: Everest (2001), Broad Peak (2002), Cho Oyu (2005),  Lhotse (2006), Everest (2007), Dhaulagiri (2009), K2  (2009), Gasherbrum II (2009), Makalu (2010) ve  Shishapangma (2010), Kanchenjunga (2011) ve  iki kere  farklı rotadan Everest  olmak üzere, 7  adet 8000′liğin zirvesine çıkmış oldum. Bu esnada 10’dan çok sefer  7000 metre ve üzeri tırmanışım da oldu tabii. Şimdi sırada, Tibet, Pakistan ve Nepal’de 8 adet daha 8000 metrelik zirve beni bekliyor, yani neredeyse 5-6 yıl sürecek bir mücadele. Bu arada Everest’e iki kere ve farklı rotalardan tırmanan ilk Türk oldum.
Dünyada farklı milletlerden 30 kadar kişinin tamamladığı bu projede beni en çok zorlayan şey, aylarca evimden ve sevdiklerimden , normal yaşam konforundan uzak kalmak değil, sponsor bulmak! Türkiye’deki  ekonomik  ve sosyal vaziyette, 14 x 8000 gibi uzun soluklu bir sportif projeye sponsor bulmak çok zor. Bu, spor sponsorluğunun ve genelde sponsorluk kavramının  hiç anlaşılmamasından   kaynaklanıyor. Ama ömrüm boyunca uğraşarak da olsa, bu olağanüstü enteresan ve zorlu projede ilerlemeyi göze aldım, bu şartlarda yola çıktım. Geçmişte Fenerbahçe Spor Klübü, Meteksan Sistem bilişim şirketi gibi büyük sponsorlarım oldu. Günümüz itibariyle The North Face, CNN TÜRK,  Solgar, Globalstar Avrasya, Suunto, Unifo  gibi şirketlerin ürün ve hizmet sponsorluğu ile yoldayım ve mali sponsorluk arayışım da devamlı surette sürüyor. 2012 tırmanışlarım olan Annapurna ve K2 için İnnova bilişim firması sponsor oldu.


Dağcılık konusundaki hedefiniz nedir?

         Dağcılıktaki hedefleri belirlemek tamamen  bu spora yaklaşımınıza bağlı bir olay. Benim için bir dağa tırmanmak için karar verirken belli başlı bazı kriterler vardır: o dağın fiziki şeklinin güzelliği, tırmanışın zevkli olup olmaması, o dağın tarihi değeri ve geçmişte üzerinde yaşanan tarihe mal olmuş olaylar, tırmanışın güvenliliği, beraber gideceğim ekibin kalitesi. Hedeflerim çok değişken olabilir, bazen dünyanın en yüksek, tanınmış dağlarına giderken, bazen de tanınmış bir zirveye varmayan ama tırmanışı çok zorlu teknik rotaları seçerim. Ama dağcılıktaki esas hedefim bundan tad almak ve sürdürebildiğimce devam ettirmek. Ben sadece 8000 metrelik dağlara çıkan bir dağcı değilim;  dağcılığımın büyük kısmı  kaya, buz  ve alpin tırmanışlardan oluşuyor. Kaya, kar ve buz, uzun duvar tırmanışları yapıyorum. Donmuş şelale tırmanmak da benim çok sevdiğim bir tırmanış tarzı. Bugüne dek Türkiye’de ve yurtdışında  700 kadar tırmanış yaptım;  bunun 300 kadarı ilk çıkış oldu  bunlar  rotanın ilk tırmanışı, dağın veya duvarın ilk çıkışı veya  dağın / rotanın ilk kış çıkışı olarak gerçekleşti. Ayrıca, daha kısa kaya rotalarında çok sayıda geleneksel ilk tırmanış yaptım. Yurtdışında  Nepal, Tibet, Çin, Pakistan, Kazakistan, Tacikistan, Kırgızistan, Fransa, İtalya, İsviçre, Bulgaristan, İran, Gürcistan, Arjantin, Tanzanya, Kenya, Rusya Federasyonu ve İskoçya’da birçok   tırmanış yapmak şansım da oldu.


Türk dağcılığı sizce dünya dağcılığının neresinde ve Türk dağcılığının gelişimi için neler yapılabilir.

          Çok fazla tırmanıcısı olmayan ve bu sporun  yeni  büyümeye başladığı , halk arasında  pek tanınmadığı bizim gibi ülkeler  var. Polonya, Amerika, İngiltere, Japonya'yla  bizi asla  karıştırmamak gerekiyor. Çünkü bu ülkelerde bu spora meraklı çok insan,  oturmuş bir tırmanış ve doğa sporları kültürü, ciddi boyutlarda  dağcılık tarihi ve geçmişi   var. Bundan kaynaklı olarak büyük bir malzeme pazarı da mevcut:  mesela İngiltere de iklimle de orantılı olarak hemen herkesin üzerinde gore-tex ceket, trekking ayakkabısı var. Tüm bu ülkelerin kendine has bir sürü tırmanış markası vardır. Koreyi ele alalım; neredeyse 15 milyon dağcı / tırmanıcı / doğa sporcusu var orada. Dünyada en çok 8000'lik tırmanan insan sayısı Kore'de. Yine ufak bir örnek olarak, 14x8000 projesini bitirmiş  5 kişi var Kore'de. Bu sayı Amerika'da ve İngiltere'de 1.
         Bize gelince,  ülkemiz dağcılık  konusunda çok da  kötü bir yerde değil, ufak da olsa bir dağcılık camiamız var, yavaştan gelişiyoruz, arada büyük çatışmalar var ve  tabii ki 200 yıl geriden izliyoruz yine batıyı. Toplum olarak bazı özelliklerimizden kaynaklanan problemlerimiz var, her şeyi çaba harcamadan elde etmeye çalışmak, araştırmamak, çaba ve emeği umursamamak  gibi. Ama gel de gör ki,  dağcılık böyle bir spor değil. Çaba harcamadan hiçbir şey yapamazsınız. Örneğin,  8000 metrelik bir dağa deneyim kazanmadan gidilmez, Demirkazık Kuzey Duvarı veya Vayvay kuzey duvarı  vb. teknik bir duvarı çıkmak için öncesinde bir yığın teknik  tırmanış yapmak zorundasınız. Veya 7’li derece ve üzeri geleneksel kaya  tırmanmak için çok çaba, tecrübe ve cesaret gerek! Çalışmadan, emeksiz olmayacak işler bunlar..  Dağı, tırmanışı, kendinizin sınırlarını  öğrenmek zorundasınız, dağcılık sadece deneyimle gelişen bir spor. Bunu yapmadan dağa giderseniz de başınıza bir iş gelmesi  veya başarısızlık  ve hayal kırıklığı çok doğaldır.
Bizim ülkemizdeki dağcılığımız zaman içinde tabi ki gelişecektir ancak bunun için bireylerin daha çok okuması, tırmanması ve paylaşması ve birlik olmak gerekiyor. Aynı zamanda,  bu spora  meraklı insanları  ayırmadan aynı çatı altında  toplayacak, onlara hizmet edecek, gelişmeyi destekleyecek  devlet kurumları olması da şart.


Aynı zamanda bir yazar ve çevirmen kimliğiniz var, Tunç Fındık neden yazıyor?

           Çevirmenliği 2000 yılından beri  yapmasam da,  yazmayı çok seviyorum ve aslında sadece kendim için yazıyorum. Dağcılık ve tırmanış o kadar zevkli bir aktivite ki, bunu mutlaka başka insanlarla paylaşmak isteğiniz oluyor, bu fotoğraf ve yazıyla olur. Aslında en başta kendi kendime yazdığım günlüklerden ibaretti yazılarım, ama sonra bir şekilde bunları kitap haline getirebildim. Tabi diğer yandan, ben dağcılığa başladığımda önümde yol gösterici birkaç örnek olsaydı, bugün belki daha da ileride olurdum veya geldiğim yere daha hızlı ulaşırdım belki de. Bu nedenle, bir şeyler yapıyorsanız yazıp belgelemenin değerine inanıyorum. Bizim toplumumuz bu yönden tembeldir ve girişimcilikten uzaktır ama bir yerden başlamak gerek. Özellikle dağcılık ve tırmanış yönünden bakınca belli bir yayın birikimimiz yok ve bunun eksikliğinin çekildiğini düşünüyorum. Bu noktada, dağcılığın salt fiziksel bir spor dalı veya sadece tırmanış olmadığından bahsetmek istiyorum: gerçek dağcı kültürlü, nazik, sağduyuludur ve bunun yolu da okumaktan, kitaplardan, literatürü ve tarihi  bilmekten geçer. Zaten alanında gelişmiş her insan için bu nitelikler önem taşımaz mı?


Peki Türkiyedeki dağcılık üzerine yazılmış literatür çalışmaları sizce yeterli mi?

         Hayır yeterli değil bile diyemiyorum çünkü  böyle bir kavramımız  zaten yok maalesef. Avrupa da dağcılıkta ciddi bir kültür ve birikim sonucunda önemli bir miras oluşmuş, nesilden nesile iletilen ve kullanılan. Bizde hiç yok. İnsanlar zaten  ciddi işler hiç  yapmamış ki, ciddi bir belgeleme ve birikim  mümkün olsun. Yeni tırmanıcılar açısından bu türde  bir birikim olmadığı için, onların herşeyi kendileri keşfetmeleri gerekti. Mesela bizim nesile bir önceki nesilden ne kitap, ne rehber, ne hikaye, ne tecrübe,  hiçbir şey gelmedi. Eh, herkes Amerikayı yeniden keşfetmek zorunda kaldı.. Bu konudaki eksik  giderek biraz azalıyor, ama yine de var.  Bir sonraki Türk tırmanıcı, dağcı, doğa sporcusu nesili daha şanslı bence. Çünkü artık daha çok eser var bu konuda ve en önemlisi, internet var. Bilgi ulaşılır durumda, isteyen için.


Son kitabınız İrtifa 8000 den bahseder misiniz?

       Kendime ait yedinci özgün kitabım olan ‘İrtifa 8000 -Yüksek Macera’   232 sayfa, kuşe kağıda,  A4 yakını boyutta, renkli resimli olan bir kitap. 14 ayrı bölümünde 7000 ve 8000 metrelik dağlarda yaptığım tırmanışların hikayesini anlattım. Kitap, Kırgızistan’ın Tien-Shan Dağlarındaki 7010 metrelik Khan Tengri Dağı  tırmanışı ile başlayıp, en zorlu  Himalaya zirvelerden 8586 metrelik Kanchenjunga ile sonlanıyor. Bu kitabın görselliği ön planda ama içinde tırmanış hikayeleri de var.  Kitabın arka kapağındaki tanıtımdan bir  alıntı yapayım:


Ülkemizde yüksek irtifa tırmanışı yapan kişi sayısı sizce yeterli mi?

Hayır. Ülkemizde dağcılığa olan ilgiyle paralel olarak yüksek dağlara da ilgi az. Mesela sportif kaya tırmanışı gerek ulaşılabilirliği, gerek ilerlemenin  görece daha kolay olması nedeniyle daha çok  ilgi görüyor.  Ama o bile yetersiz. İran ile karşılaştırsak, onlar dağ ve tırmanış sporlarını tam benimsemiş bir toplum.  Herkes dağcı, herkes doğa sporcusu.  Yine örneğin Avrupa’da  yılda 50 milyon kişi  Alplere gidiyor. Bizde kaç dağcı var? Aladağlar’a yılda kaç kişi gidiyor?  Mukayeseye buradan başlamak gerek.


Dağcılık yada doğa sporlarıyla ilgilenmek isteyenlere ne önerirsiniz?

Dağcılık, belli başlı riskler içeren  bir tecrübe sporudur,  kısaca eğitim ve deneyim çok gerekli.  Uygun eğitimi aldıktan sonra herkes dağcılık yapabilir ama kendi sınırlarını iyi değerlendirip doğru kararlar almak lazımdır. Tırmanış ve dağcılık çok zevklidir, insanı özgürleştirir ve ruhunu dinlendirir,  şehir hayatının kısıtlamalarından kurtulmasını sağlar,  herkes doğa sporlarında kendine hitab edecek bir yan bulacaktır. Önemli bir detay  uygun  partneri veya ekibi bulmaktır,  çünkü iyi bir partner ve ekiple doğadaki paylaşımlar çok daha keyifli olur.  Dağcılığa başlamak isteyenlere Zirve Dağcılık gibi dağcılık kulüplerinden birine başvurmalarını tavsiye ederim.