30 Ocak 2012 Pazartesi

(şiir) dağları bilirim

ben dağları bilirim,
birde soğuk yağmurları,
fırtınada yitirdim
                     tüm üşüyen yanlarımı.

zırhım sevdam benim
kurşun geçirmez düşlerdeyim
elimi ne zaman atsam
                        şafağı tutarım
adını dağlara bağırdım
                ve...
                  utanmam yankısına ağlarım

şimdi sen beni vurgun bilirsin ama
...
öyle değil,
ben sevda yanlısıyım

2003



üzerinden yıllar geçtikten sonra bile aynı hazzı yaşadığım anılardan birisi.. bu anıyı yeniden gün yüzüne çıkaran sevgili Turabi ZEROL ve konu mankeni Emre Şahin sağolun arkadaşlar..

19 Ocak 2012 Perşembe

(şiir) diyafram

diyafram

ve koskoca parmaklarında küçücük hayallerim vardı
uzadıkça kısaldı tüm çoğalışlarım
yalanlar serpiştirdim çaresizliğime
kısaldıkça uzadı tüm dostlar
sakın ha sanmayın gepetto ustayım.


bilenler bilir evet evet bilenler bilir
cemal süreya dan aldığım "y" yi
eski bir battaniye altında "T" yapıverdim attila ilhan'a
bıraktım goetheyi duyduktan sonra
sakın ha sanmayın kleptomanım

durdu duracak sandığım çok oldu
çok yerde tekledi kalbim
düştüğüm tüm şehirler başkent oldular birer birer
ben öylece bir hükümranım
sanmayın ha beyazıt'ım.

tepelere sakladığım bir gözle van gölüne göz kırptım
erciyeste yılkılara el salladım
muş ovasına tütün ektim son kez ve
14 koca dağ devirdim rüyamda
sakın ha sanmayın Messnerim.

dünyayı tanıdıkça insanlara karşı çıktım
yoklardı hiç sanki
sanki hepimizin değildi
sevgi yazdıkça arttı içimde ama
sakın ha sanmayın ben değilim hikmet nazım.

ben sıradan ve sıyrılmış aradan
öyle biriyim
tahtalar arasında,
kelimeler arasında,
saraylar arasında,
karlar arasında,
ve düşlüler arasında.

ocak 2012

17 Ocak 2012 Salı

(şiir) ayrılık sevdaya dahil -attila ilhan-

AYRILIK SEVDAYA DAHİL


1.
açılmış sarmaşık gülleri
kokularıyla baygın
en görkemli saatinde yıldız alacasının
gizli bir yılan gibi yuvalanmış
içimde keder
uzak bir telefonda ağlayan
yağmurlu genç kadın..

2.
rüzgâr
uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
mor kıvılcımlar geçiyor
dağınık yalnızlığımdan
onu çok arıyorum onu çok arıyorum
heryerinde vücudumun
ağır yanık sızıları
bir yerlere yıldırım düşüyorum
ayrılığımızı hissettiğim an
demirler eriyor hırsımdan..

 3.
ay ışığına batmış
karabiber ağaçları
gümüş tozu
gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
yaseminler unutulmuş
tedirgin gülümser
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
her an ötekisiyle birlikte
herşey onunla ilgili

telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
gittikçe genişleyen
yakılmış ot kokusu
yıldızlar inanılmayacak bir irilikte
yansımalar tutmuş bütün sâhili
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili..

 4.
yalnızlık
hızla alçalan bulutlar
karanlık bir ağırlık
hava ağır toprak ağır yaprak ağır
su tozları yağıyor üstümüze
özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
eflatuna çalar puslu lacivert
bir sis kuşattı ormanı
karanlık çöktü denize
yalnızlık
çakmak taşı gibi sert
elmas gibi keskin
ne yanına dönsen bir yerin kesilir
fena kan kaybedersin
kapını bir çalan olmadı mı hele
elini bir tutan
bilekleri bembeyaz kuğu boynu
parmakları uzun ve ince
sımsıcak bakışları suç ortağı
kaçamak gülüşleri gizlice
yalnızların en büyük sorunu
tek başına özgürlük ne işe yarayacak
bir türlü çözemedikleri bu
ölü bir gezegenin
soğuk tenhalığına
benzemesin diye
özgürlük mutlaka paylaşılacak
suç ortağı bir sevgiliyl..

5.
sanmıştık ki ikimiz
yeryüzünde ancak
birbirimiz için varız
ikimiz sanmıştık ki
tek kişilik bir yalnızlığa bile
rahatça sığarız
hiç yanılmamışız
her an düşüp düşüp
kristal bir bardak gibi
tuz parça kırılsak da
hâlâ içimizde o yanardağ ağzı
hâlâ kıpkızıl gülümseyen
-sanki ateşten bir tebessüm-
zehir zemberek aşkımız..

ATTİLA İLHAN




Attila İlhan (1925 - 2005)

Attila  İlhan (1925 - 2005)
Attila İlhan 15 Haziran 1925’te Menemen’de doğdu. İlk ve orta eğitiminin büyük bir bölümünü İzmir ve babasının işi dolayısıyla gittikleri farklı kentlerde tamamladı. İzmir Atatürk Lisesi birinci sınıfındayken mektuplaştığı bir kıza Nazım Hikmet şiiri göndermesi nedeniyle 1941’de tutuklandı ve okuldan uzaklaştırıldı. Üç hafta gözetim altında kaldı. İki ay hapiste yattı.

CHP ŞİİR ARMAĞANI’NDA İKİNCİLİK ÖDÜLÜNÜ KAZANDI
Türkiye’nin hiçbir yerinde okuyamayacağına dair bir belge verilince, eğitim hayatına ara vermek zorunda kaldı. Danıştay kararıyla, 1944 yılında okuma hakkını tekrar kazandı ve İstanbul Işık Lisesi’ne yazıldı. Lise son sınıftayken amcasının kendisinden habersiz katıldığı CHP Şiir Armağanı’nda Cebbaroğlu Mehemmed şiiriyle ikincilik ödülünü kazandı. 1946’ta mezun oldu.
İstanbul Hukuk Fakültesi’ne kaydoldu. Üniversite yıllarında Yığın ve Gün gibi dergilerde ilk şiirleri yayınlanmaya başladı. 1948’de ilk şiir kitabı Duvar’ı yayınladı.
1949 yılında, üniversite ikinci sınıftayken Paris’e gitti. Fransız toplumu ve orada bulunduğu çevreye ilişkin gözlemleri daha sonraki eserlerinde yer alan bir çok karakter ve olaya temel oluşturmuştur. Türkiye’ye geri dönüşünde sıklıkla başı polisle derde girdi. Bir kaç kez gözaltına alındı.

1950’Lİ YILLARDA ADINI DUYURDU1951 yılında Gerçek gazetesinde bir yazısından dolayı kovuşturmaya uğrayınca tekrar Paris’e gitti. Fransa’daki bu dönem Attilâ İlhan’ın Fransızca’yı ve Marksizmi öğrendiği yıllardır. 1950’li yılları İstanbul - İzmir - Paris üçgeni içerisinde geçiren Attilâ İlhan, bu dönemde ismini Türkiye çapında duyurmaya başladı.
Yurda döndükten sonra, Hukuk Fakültesi’ne devam etti. Ancak son sınıfta gazeteciliğe başlamasıyla beraber öğrenimini yarıda bıraktı. Sinemayla olan ilişkisi, yine bu dönemde, 1953’te Vatan gazetesinde sinema eleştirileri yazmasıyla başlar. 1957’de askerliğini yaptıktan sonra sinema çalışmalarına ağırlık verdi. Ali Kaptanoğlu adıyla onbeşe yakın senaryo yazdı.

YASAK SEVİŞMEK VE AYNANIN İÇİNDEKİLER
1960’ta Paris’e geri döndü. Babasının ölmesiyle birlikte İzmir’e döndü. Sekiz yıl İzmir’de kaldığı dönemde, Demokrat İzmir gazetesinin başyazarlığını ve genel yayın yönetmenliğini yürüttü. Aynı yıllarda, şiir kitabı olarak Yasak Sevişmek ve Aynanın İçindekiler serisinden Bıçağın Ucu yayınlandı. 1968’te evlendi, 15 yıl evli kaldı.
1973’te Bilgi Yayınevi’nin danışmanlığını üstlenerek Ankara’ya taşındı. Sırtlan Payı ve Yaraya Tuz Basmak’ı Ankara’da yazdı. 81’e kadar Ankara’da kalan yazar Fena Halde Leman adlı romanını tamamladıktan sonra İstanbul’a yerleşti.

SEKİZ SÜTUNA MANŞET, KARTALLAR YÜKSEK UÇAR VE YARIN ARTIK BUGÜNDÜR
İstanbul’da gazetecilik serüveni Milliyet ve Gelişim Yayınları ile devam etti. Bir süre Güneş gazetesinde yazan Attilâ İlhan, 1993-1996 yılları arasında Meydan gazetesinde yazmaya devam etti. 1996 yılından beri köşe yazılarını Cumhuriyet gazetesi’nde sürdürmekteydi. 1970’lerde Türkiye’de televizyon yayınlarının başlaması ve geniş kitlelere ulaşmasıyla beraber Attilâ İlhan da senaryo yazmaya geri dönüş yaptı. Sekiz Sütuna Manşet, Kartallar Yüksek Uçar ve Yarın Artık Bugündür senaryosunu yazdığı dizilerdi.
Türk edebiyatının usta kalemi Attila İlhan, 80 yaşında hayatını kaybetti. ()

ATTİLÂ İLHAN KİTAPLARI

ŞİİR Duvar
 Sisler Bulvarı
 Yağmur Kaçağı
 Ben Sana Mecburum
 Belâ Çiçeği
 Yasak Sevişmek
 Tutuklunun Günlüğü
 Böyle Bir Sevmek
 Elde Var Hüzün
 Korkunun Krallığı
 Ayrılık Sevdaya Dâhil
 Kimi Sevsem Sensin

ROMANSokaktaki Adam
Zenciler Birbirine Benzemez
Kurtlar Sofrası
Aynanın İçindekiler
 Bıçağın Ucu
 Sırtlan Payı
 Yaraya Tuz Basmak
 Dersaadet’te Sabah Ezanları
 O Karanlıkta Biz
 Fena Halde Leman
 Haco Hanım Vay
 Allahın Süngüleri-Reis Paşa

ÖYKÜ
Yengecin Kıskacı

DENEME-ANI
Abbas Yolcu
Yanlış Kadınlar Yanlış Erkekler
ANILAR VE ACILAR
 Hangi Sol
 Hangi Batı
 Hangi Seks
 Hangi Sağ
 Hangi Atatürk
 Hangi Edebiyat
 Hangi Laiklik
 Hangi Küreselleşme

ATTİLÂ İLHAN’IN DEFTERİ Gerçekçilik Savaşı
 ‘İkinci Yeni’ Savaşı
 Faşizmin Ayak Sesleri
 Batı’nın ‘Deli Gömleği’
 Sağım Solum Sobe
 Ulusal Kültür Savaşı
 Sosyalizm Asıl Şimdi
 Aydınlar Savaşı
 Kadınlar Savaşı

CUMHURİYET SÖYLEŞİLERİ
 Bir Sap Kırmızı Karanfil
 Ufkun Arkasını Görebilmek
 Sultan Galiyef
 Dönek Bereketi
 Yıldız, Hilâl ve Kalpak

ÇEVİRİLERİ
Kanton’da İsyan (Malraux)
Umut (Malraux)
Basel’in Çanları (Aragon)

15 Ocak 2012 Pazar

(şiir) devrim -sunay akın-

Devrim

Temiz kalan tek yerdir devrim
bütün bir yıl
kirlenen duvarda
ama görebilmek icin
asıldığı çividen indirilmelidir
yapraklari biten takvim


Zorbalara direnmektir devrim
bir çocuğun
annesinin çantasından aldığı paraları
altına gizlediğini
söylememiştir dövülen
hiçbir hali


İçinde yaşamaktır devrim
dikiş kutusunun
ve toplu iğneler gibi
bir arada olmayı gerektirir
karşı koyabilmek icin zulmüne
makas denilen patronun


Gece ışıklar arasında koşmaktır devrim
ateş böceklerini
yakalamak isteyen çocukların
peşine takılır gün gelir
yanıp sönen mavi ışıkları
polis arabalarının


Kağıt bir gemidir devrim
bütün gemiler
hurdaya çıksa da sonunda
taşıdığı özgürlük şiiriyle
batmadan yüzer nicedir
dünya sularında


Kim bilir kaç yunus görmüş
kaç DENİZ GEZMİŞ...
Sunay Akın


14 Ocak 2012 Cumartesi

(şiir) 62 tavşanı -Sunay Akın-

62 Tavsani

Denize dusen
bir oyuncaktir Kız Kulesi
soruyorum berber koltugundan
iki ayna arasinda
akip giden goruntume
sair olaniniz hangisi

Pencere tullerine
gelinlik diye sarilan
o kucuk kiz nerede simdi
gemim coktan batti
denize inen tum filikalarıma
erkekler bindi

Duvardaki yangin dugmesini
orten cam parcasiyim
kurtulusun olacaksa
hic dusunme
ayakkabinin topuguyla
kir beni

İnanıyorum uzaylilara
duymaliyim birilerinden
yildizlardan nasil
gorunurdu diye
mahallemizdeki yazlik
sinema

Ogrendim saat kulelerini
kibrit kutularından
bagisla beni
iki dunya savasinin
yasanildigi yuzyilda
nufus cuzdanimdaki 62'den
yaptigim tavsan
Sunay Akın


11 Ocak 2012 Çarşamba

(diskograf) Brenna MacCrimmon



benim türkülerim var çokların sevdiği...


Brenna MacCrimmon Kanadalı bir halk müziği sanatçısıdır. Toronto, Ontario doğumludur. 1980'lerin sonundan beri Balkan Müziğiçalışmakta, öğretmekte ve söylemektedir. Çok iyi Türkçe konuşan ve şarkı söyleyen MacCrimmon, uluslararası anlamda bir Türk halk müziği ses sanatçısı olarak kabul edilmektedir.
Türk Müziği'ne olan ilgisi gençliğinde Burlington, Ontario'daki bir kütüphaneyi ziyaret etmesi ile başladı. Bu deneyimi kendisi "Türkçe albümlere rastladım ve aniden duygusal bir bağ oluştu" şeklinde tanımlıyor. 1980'lerin başlarında Toronto Üniversitesi'nde etnik müzikoloji dersleri alırken yerel Türk müzisyenlerle tanıştı ve bağlama öğrenmeye başladı. Daha sonra bir Türk müzik grubunda çalmaya ve şarkı söylemeye başladı.
Rumeli Müziği olarak bilinen Türk-Balkan ezgilerine ilgi duydu. Türk müziği teorisi üzerine çalışmalar yaptı ve unutulmaya yüz tutan halk müziği arşivlerini araştırdı. Türkiye ve Yunanistan'a pek çok ziyarette bulundu. Yunanistan başta olmak üzere, Trakya-Balkan bölgesini, köy köy, şehir şehir gezmiş, müziği kadar kültürünü, insanını da benimsemiştir.

90'lı yılların başında Kanada'da Balkan müzikleri üzerine tez hazırlarken İstanbul'a gelmiş ve kalmaya karar vermiştir. Türkiye'de bulunduğu beş yıl içerisinde Türk kültürü ve halk müziği ile yoğun bir şekilde iç içe yaşayan sanatçı pek çok özel gösteri ve festivalde sahne aldı.

Soprano ses tonuna sahip MacCrimmon, Selim Sesler'le kurdukları Karşılama adlı grup ve aynı isimli albümde türküler söylemiş, bu albüm ile 1998 senesinde June Ödülü'nü kazanmıştır. Ayrıca Baba Zula ve Mad Professor ile birlikte Psyche-belly Dance Music ve Duble Oryantal albümlerinde yer aldı.
Fatih Akın'ın yönettiği İstanbul Hatırası: Köprüyü Geçmek (Crossing the Bridge) adlı filmde anonim bir eser olan 'Penceresi Yola Karşı' ve 'Ben Bir Martı Olsam' adlı türküyü, Elveda Rumeli dizisinde de "ediye" şarkısını seslendirmiştir.

İstanbul ve Kanada'da müzik eğitimini tamamlamıştır. Kanada'da yaşantısını sürdürmekle beraber halen Türkiye'ye gidip gelmekte ve hem ülkesinde hem de İstanbul'da farklı sanatçılarla sahne almaktadır. Yakın zamanda Beth Cohen, Paul Brown, Polly Ferber ave Haig Manoukian ile birlikte Orkestar Keyif adlı bir grup kurmuştur.



şemsiyemin ucu kare.

 getme gel. 

 ben bir martı olsam.

 yağmur yağar taş üstüne.

 

 

 



10 Ocak 2012 Salı

(şiir) etme -mevlana


Mevlânâ,Şems ile Konya'da buluştuğu zaman tamamıyle kemale ermiş bir şahsiyetti.

Şems, Mevlanâ'ya ayna oldu. Mevlânâ, Şems'in aynasında gördüğü kendi eşssiz güzelliğine hayran oldu. Diğer bir ifadeyle Mevlânâ, gönlündeki Allah aşkını Şems'te yaşattı. Mevlânâ'nın Şems'e olan sevgisi, Allah'a olan aşkının ölçüsüdür.

Çünkü Mevlânâ, Şems'te Allah cemalinin parlak tecellilerini görüyordu. Mevl'anâ açılmak üzere olan bir güldü. Şems ona bir nesim oldu. Mevlânâ bir aşk şarabı idi, Şems ona kadeh oldu. Mevlânâ zaten büyüktü, Şems onda bir gidiş, bir neşve değişikliği yaptı. Mevlânâ ile Şems üzerine söz tükenmez.
Son söz olarak şöyle söyleyelim, Şems Mevlânâ'yı ateşledi, ama karşısında öyle bir volkan tutuştu ki, alevleri içinde kendi de yandı.



ŞEMS-İ TEBRİZİ HAZRETLERİ'NİN KONYA'DAN AYRILIŞI


Şems ile buluşan Mevlânâ, artık vaktini Şems'in sohpetlerine hasretmiş, Şems'in nurlarına gömülüp gitmiş, artık bambaşka bir aleme girmişti.

Şems'in cazibesinden yana yana dönüyor,ilahi aşkla kendinden geçercesine Sema ediyordu.Bu iki dostun sohpetlerindeki mukaddes sırrı idraktan aciz olanlar, ileri geri konuşmaya başladılar. Neticede Şems, incindi ve Mevlânâ'nın yalvarmalarına rağmen Konya'dan şama gitti.(14 mart 1246 perşembe) 

HAZRETİ ŞEMS'İN KONYA'YA DÖNÜŞÜ

Şems'in ayrılığından derin bir ızdıraba düşen Mevlânâ, manzum olarak yazdığı güzel bir mektubu, Sultan Veled'in başkanlığını yaptığı bir kafileyle Şam'a, Şems'e gönderdi.Sultan Veled kafilesiyle Şam'a vardı, Şems'i buldu ve babasının davet mektubunu, hediyelerle birlikte saygıyla Şems'e sundu. Şems,''Muhammedi tavırlı ve ahlaklı Mevlânâ'nın arzusu kafidir. Onun sözünden ve işaretinden nasıl çıkabilir''diyerek, Mevlânâ'nın davetine icabet etti ve 1247'de Sultan Veled'in kafilesiyle, Konya'ya döndü.

HAZRETİ ŞEMS'İN KAYBOLUŞU

Şems'in Konya'ya gelişine herkez sevindi. Mevlânâ'da hasretin sıkıntılarından kurtuldu. Artık Şemsin şerefine ziyafetler verildi, sema meclisleri tertip edildi.  Fakat huzurla, muhabbetle, dostluk içinde süren günler pek fazla sürmedi, dedikodular ve can sıkısı durumlar yeniden başladı. Şems, o dedikoducu topluluğun yine kinle dolduğunu, gönüllerinden sevginin uçup gittiğini, akıllarının nefislerine esir olduğunu anladı ve kendisini ortadan kaldırmaya çaştıklarını bildi, Sultan Veled'e dediki: Gördün ya azgınlıkta yine birleştiler. Doğru yolu göstermekte, bilginlikte eşi olmayan Mevlânâ'nın huzurundan beni ayırmak, uzaklaştırmak, sonra da sevinmek istiyorlar. Bu sefer öylesine gideceğim ki hiç kimse benim nerede olduğumu bilmeyecek. Aramaktan herkez acze düşecek, kimse benden bir nişan bile bulamayacak. Böylece bir çok yıllar geçecek de kimse benim izimi tozumu göremeyecek.''İşte Sultan Veled'e böyle yakınan Şems, 1247-1248 tarihinde Konya'dan aniden gidip kayboldu. Şems'in kaybolmasından sonra Mevlânâ herkezden onun haberini soruyordu. kim onun hakkında aslı esası olamayan bir haber bile verse ve Şems'i falan yerde gördüm dese bir müjde için sarığını ve hırkasını vererek şükranelerde bulunuyordu. Bir gün bir adam, Şems'i Şam'da gördüm diye bir haber verdi.Mevlânâ buna tarif edilemeyecek şekilde sevindi ve o adama üstünde nesi varsa bağışladı. Dostlarından birisi, bu haber yalandır, o Şems'i görmemiştir dediğinde Mevlânâ şu cevabı vermiştir. ''Evet onun verdiği bu yalan haber üzerine üzerimde ne varsa verdim. Eğer,doğru haber verseydi, canımı bile verirdim.'' 

HAZRET-İ MEVLANA'NIN ŞEMS-İ TEBRİZİ HAZRETLERİNİ ARAMAK İÇİN ŞAM'A GİDİŞİ

Mevlana, Şems'i çok aradı, onun ayrılığı gönülleri yakan, sızlatan nice şiirler söyledi. Onu aramak için iki kere Şam'a gitti.Yine Şems'i bulamadı. Bu iki son seyehatin tarihleri kesin olarak bilinmemekle birlikte, büyük bir ihtimalle 1248-1250 yılları arasında olduğu söylenebilir. Sultan Veled'in ifadesiyle Mevlana, Şam'da sret bakımından Tebrizli Şems'i bulamadı ama, mana yönünden onu, kendisinde buldu. Ay gibi kendi varlığında beliren Şems'i, kendi gördü ve dediki: ''Beden bakımından ondan ayrıyım ama, bedensiz ve cansız her ikimizde bir nuruz. Ey arayan kişi! İster onu gör, ister beni. O'yum O'da ben.''

Allah dostu bu iki büyük zat, ayrı düşmüşlerdi... Hazreti Mevlana'nın Çıkan dedikodularla Konya'dan ayrılan Hz. Şems'e yazdığı şiir; 

ETME

Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun etme

Başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun etme

Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı

Hangi hasta gönüllüyü kasdediyorsun etme

Çalma bizi bizden bizi gitme o ellere doğru

Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun etme

Ey ay felek harab olmuş alt üst olmuş senin için

Bizi öyle harab öyle alt üst ediyorsun etme

Ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi

Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun etme

Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan

Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun etme

Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan

Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun etme

Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer

Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun etme

Ey cennetin cehennemin elinde olduğu kişi

Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun etme

Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize

O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun etme

Bizi sevindiriyorsun huzurumuz kaçar öyle

Huzurumu bozuyorsun sen mavediyorsun etme

Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı

Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun etme

İsyan et ey arkadaşım söz söyleyecek an değil

aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun etme


Mevlana Celaleddin Rumi


(şiir) üvercinka -cemal süreya-

ÜVERCİNKA

Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu  kesmemeye
Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil

Aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma
Yatakta yatmayı bildiğin kadar
Sayın Tanrıya kalırsa seninle yatmak günah,
daha neler
Boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının
Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor
Bütün kara parçaları için
Afrika dahil

Senin bir havan var beni asıl saran o
Onunla daha bir değere biniyor soluk almak
Sabahları acıktığı için haklı
Gününü kazanıp kurtardı diye güzel
Birçok çiçek adları gibi güzel
En tanınmış kırmızılarla açan
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil

Birlikte mısralar düşünüyoruz ama iyi ama kötü
Boynun diyorum boynunu benim kadar kimse  değerlendiremez
Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil

Burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası
Kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki
Padişah gibi cesaretti o, alımlı değme kadında yok
Aklıma kadeh tutuşların geliyor Çiçek
Pasajında akşamüstleri
Asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor
Bütün kara parçalarında
Afrika hariç değil 

Cemal Süreya

(şiir) Aynı anda olur bunlar -metüst-

aynı anda olur bunlar
ne kadar çok asfalt dökülse de yollara bir kız kötü yola düşer mutlaka
biri sevgilisini düşünür hayatın anlamı gibi
genelevde bir adam bir kadına tüm cevap şıkları biraz da kendisiyken
“buraya nasıl düştün” diye sorar

meşhur ve yabancı mağazaları kapıcı kızları süpürür geceleri
biri namusu kirlenmesin diye canını verir gece morg bekçisi bir güzel düzer onu
böyle gelmiş böyle gider der biri “haadii leenn” der bir diğeri
ama esas mekanizmaysa başka biri
birinin hayal gücü zengindir
ama hiçtir biri hayal kurmaya bile adam tutar zengindir.
biri zayıf alır matematik dersinden zayıf veren öğretmen ay sonunu hesaplar
biri boş vakitlerinde su sporları yapar birinin dolu vakitlerinde evini su basar
kahvede televizyonda laleli yangını seyredilir
“yazık ulan bu nataşalara daha gençlermişde daha çok düzülürlermiş” der gülerek biri
biri tam otuz yıl sonra çıkar hapisten habire ev alır biri habire araba alır biri
bir martı ölür kimseye gazeteye ilan vermez
garsona asgari ücret kadar bahşiş verir biri
biri haberlere konu çıksın diye intihar eder
herkes benim gibi olsa dünya ne güzel olur der biri
birinin doğum günüdür şimdi
birinin düğünü biri ölmek üzeredir biri hamile kalırken
biri biri bile değildir tipten kaybeder o biri
biri hayat pahalı der günde yüz kişi ölürken
biri akşamdan kalmadır akşamın haberi yoktur
biri sevgilisine mektup yazar kompozisyon gibi
televizyona dalar biri yakar yemeği

biri birine çarpar iki hayat değil de iki yumurta sanki 
trafiğe küfreder biri yolcunun bacaklarına bakarak 
altı milyar insanın boku nereye gidiyor der biri
birinin taksidinin son günüdür onu düşünür
biri bir kavgayı ayırayım derken boşu boşuna ölür
eroin krizine girer biri çırpına çırpına yürür
biri köpeğini gezdirir biri bebeğini
köpek losyon kokarken bok götürür bebeği
biri memlekete sadece televizyonda üzülür
yeter ulan memleket de biraz bana üzülsün der biri
birinin bir dişi altındır kıçı gümüş kaplama
birinin teneke kadar değeri yoktur bit pazarında
bir türlü anlam veremez dünyanın döndüğüne biri
dünyayı döndüren enerji nerden gelir kim verir nerde kalacak bu millet nerde bu devlet der bir diğeri
birinin evine hırsız girer birinin evine polis
biri çöpten ekmek ararken çöplerden heykel yapar biri
serçelerin nüfusu artıyor mu azalıyor mu fantom niye ormanda on kaplan gücündedir
düzen mi düzülen mi asıl eşcinseldir
ne olacaktır bu fenerin hali allah aşkına geyik sardıkça sarar kahvede çaylar tazelenir
sur dibinde atlar kesilir kedilerden kokoreç yapılır
hayat çok mantıklıdır insanlar güzeldir der biri
dünyayı hayatı bu hale uzaylılar sokuyormuş gibi insan toprağa dönüşür topraktan çiçek biter
biri birine verir o çiçeği sevişir hayat sürer biri ölürken biri dirilir
biri ağlarken biri sevinir
biri geç kalırken
biri erken gelir birine.
biri severken biri ayrılır
biri ah derken biri oh der.
adları değişik olsa da hep aynı gün yaşanır yoksulluk
dünya da o kadar zengindir ki açlık ingilizceden bile en birinci lisandır
biri bunları yazar başı göğe mi erer biri bunları okur ya sever ya küfreder..
'ne bütün kadınlar güzel ne de erkekler yakışıklı,
uzun boylu, esmer yalan söyler filmler'
"cocugun elinde kagit mendil elbiseleri yirtik pirtik yüzü kirli
cocugun ayaklari ciplak
"yakisikli abi ceylan gözlü abla" diyerek satmaya calisiyor mendilleri
cocugun evi sokak.
siz mendil almadan da para veriyorsunuz
ve kacar gibi uzaklasiyorsunuz maksat vicdan havalandirmak
cocugun kalbi kirik
o paraya kiyacak gidip bally alacak (kalbini mi yapistiracak?!)"

metin üstündağ




(nesir) Sormadı sormadım -m konu-

"Sana ve tüm sandıklarıma.."

çok eski zamanlardı... daha kâmil değildim. daha bulamamıştım, bedeli olacağım sözcük dizimlerini, "halk anlamaz" diyerek kendimi saklıyordum daha. gece gündüz içiyor, kendimden geçiyordum.

köprüaltı'ndaydım.. köprüaltı'ndaydı.. köprüaltı'ndaydık.. köprü daha altımızdaydı. az ötemde duruyordum.. az ötede duruyordu. gözlerimdeki hüzün, "taşra baskısı.." gözlerindeki hüzün, "kızyurdu yalnızlığı.."

- eskiden, tekel birası vardı, dedim.

- efendim.. yoğurt mu dediniz, dedi.

- eskiden, tekel birası vardı dedim. daha dikik ve daha dolu. tamam birası birazcık kamu arpalar içerirdi lâkin köprü'ye de yakışırdı.

- ha, şimdi amarcord'um.. evet hatırlıyorum.. bi de golden sakız vardı. içinden artiz resimleri çıkan. en bir çok da ekrem bora.

ben dedim: "yanıma gelsene.. benimle kalsana.. yalnız benim olsana.. (susadıkça ankara gazozu)

o dedi: "gayet mümkün.." (geldi, kaldı, oldu)

ben dedim: "saçlarınız böyle tuhaf, örgülü.. Vadideki Hayat vardı.. hani dizi.. oradaki kızılderili jim'e benziyor."

o dedi: "ben Rudi Cordeş'i de severdim.. falkonotti ne adiydi değil mi.. Ramona güzel kızdı.."

ben dedim: "bizim televizyonumuz yoktu.. şimdi acayip bulvar olan bir aile bahçesinde, çekirdek yiyerek, kaçak Dr. Kimbıl'ı seyrederdik mahallecek."

o dedi: "biz de televizyonu Küçük Ev'in büyük kızı Meri Ingıls'ın kör olduğu bölümde almıştık."

ben dedim: "beyoğlu civarında şimdi "fast food" ve "atari salonu" olan her yer, o zaman birahane salonuydu.. değişim en önce beyoğlu ve beyazıt'a yansıyor bu istanbul'da."

o dedi: "bir çocuk sevmiştim lise'de.. tıpkım eski Tarık Akan.. hani yerli filmlerdi.. hani uzun saçları ve renkli gözleri vardı onun.."

ben dedim: "bilmiyorum.. her filminde mutlaka, Elmadağ'dan Taksim'e (en azından bir kere) ağır çekimde koşardı.. akabinde o günün en sevilen pop şarkısı.. kan ve gül.. gül ve diken mesela."

o dedi: "clip'si şarkılardı.. hayatlarımız clip.. ispanyol paça pantolonlar, fil kulağı yakalı gömlekler, apartman topuklu ayakkabılar, mini etekler, favoriler ve bıyıklar.. köylü, kentli demeden tüm hanımlar mini etek giyerdi nerdeyse. on yıl sonra türban vakası patlaması ne garip."

ben dedim: "bu ülke nerelerine yaşıyorsa bunca hayatı.. ezbere yaşıyor.. çabucak unutuyor.. sıfırın altında belleği.. anılar emeklemiyor."

o dedi: "1 Mayıs ve Taksim'deki onca insanın yeri.. şimdi her galipli kupa maçı sonrası, ellerinde bir bayrak, dillerinde slogan, kadınlı erkekli çıkıp tur atıyorlar.. bayraklar ve sloganlar mı değişti yalnız.. nereden geliyor bu happening çılgınlık. Taksim niye kusmuyor.."

ben dedim: "devrimciliğimiz de biraz Yılmaz Güney markajı içermiyor muydu.. erkeglerin hepsi birer Yılmaz Güney kopyası değil miydi.. kısa saç, küt bıyıklar.. hepsi onun yadigarı.. kafa olarak da belki onun nûveleri ve gûveleriydik.. bütünsüz olamayan çok tümsek tam tamlardık.. kendimiz değildik ki belki de bundan yandık.. bütünü oluşturan birer tek tük değildik.. çoktuk ama yoktuk.. belki bundan yenildik."

o dedi: "menekşe yeşili'ydi prenses süreya'nın gözleri.. rıza şah pehlevi'den çocuğu olmuyor diye nasıl da üzülürdük."

ben dedim: "ne hızlı yaşlanmışız.. yaşlandırılmışız değil mi.. Haldun Taner yaşımıza gelmeden, Haldun Taner gibi konuşur olduk.."

o dedi: "çünkü bizim her şeyimiz aşırı toplumsal.. buna kalp mi dayanır, manda gönünden."

ben dedim: "ne güzel şakıyorsun a bülbül.. uzat alt öperceni, az biraz öpeyim ufarak."

(öpüştük... öpüştük... öpüştük.. öpüştük..)

- susmak vaktidir dedi. bir arkadaşımın evi var.. kendisi kürt ve şimdi mülteci isveç'te.

- orada oralım mı oralarımız buralarımızı yâni..

atladık bir taksiye.. bile bile yanlış sokaklara girerekten, bile bile yanlış caddelere çıkaraktan, bile bile taksicinin teybine bir erkin koray kaseti koyaraktan, bile bile şimdi apartman olmuş arsalardaki çocukluklarımızı uzaktan severekten, dediği eve geldik.

o dedi: "ellerin niye bu kadar büyük.." ben dedim: "seni daha büyük kucaklamak için.." o dedi: "gözlerin niye böyle büyüdü.." ben dedim: "seni daha net görebilmek için.." o dedi: "çükün de hemen kalkmış büyükanne" ben dedim: "gak, guk.. hatta kem, küm.."

sabaha kadar seviştik.. sabaha kadar ter içtik.. öğlen uyandığımda yastığın öbür ucu sibirya.. sibirya'ya ilişik bir ufacık not'çuk:

"belki yine, rastlaşırız kimbilir.. belki yine, konuşuruz çocukluğumuzdan.. belki yine, çıkarken anahtarı su saatinin üzerine bırak.. belki yine, seni çok sevdim.. belki yine, kendine iyi bak, sevgili kimsesiz çocuk jack" (seni seven pasaklı sally)

kalktım.. giyindim.. anahtarı su saatinin üzerine bıraktım.. vurdum aşkşamdan kalma kendimi, bir başka istanbul aşkşamına.. gol oldum.

ismimi sormadı.. ismini sormadım.

9 Ocak 2012 Pazartesi

(şiir) yanlızlık üzerine - metüst-

yanlızlık üzerine

Yalnız, tek tabancadır. Her gördüğüne daan! Diye vurulur.
Yalnızın esvapları, mutlu olduğu senelerin modasını yansıtır.
Yalnızın toplu fotoğrafları bile vesikalıktır.
Yalnız, çamaşırlarını gündüz leğende yıkar, gece olunca asar. Yalnızın ayakları, çorapları nefesi kokar.
Bir yalnız, bir yalnıza ömür boyu kışt kışttır.
Yalnızın elleri ceplerinde, cepleri hep derinde. Yalnızın dişleri, düşleri van gogh sarısı.
Yalnız, misafir evlerde uyumaya bayılır.
Yalnız, yankı vadisinden bağırsa: ooo. Kim osurdu. Bit osurdu. Olur.
Yalnız hep tedir-girgindir.
Yalnızın hayatını kalabalıklar yaşar. Yalnız ölünce nüfus eksilmez.
 İki kere yalnız, iki yalnız eder.
Yalnızın ütülü tek pantolonu vardır. Onu da giymeye utanır.
Yalnız konuşmasına hep biz diye başlar.
Yalnız çarmıhını içinde taşır. Kimliğini kaybeder, kendini evde unutur.
Yalnız yalnıza aşık olursa, yalnızlık toplamları belki bir çocuk yapar.
Yalnızın içkisi fıçı biradır.
Yalnıza sormuşlar: boynun neden eğri?  Hüzün kireçlenmesinden demiş.
Yalnızlar rıhtımı, kuru kalabalıktır.
Her insanın bir hikayesi vardır. Yalnızın karadeniz fıkrası.
Yalnız, iğneyi de, çuvaldızı da kendisine batırır. Yetinmez minare arar.
Yalnızın kefeni sümerbank basması.
Yalnız rüyasında ornella muti ile sevişirken nur yüzlü ihtiyarca basılır. Yalnız kendi rüyasında kovulur.
Yalnızın çorapları tek tek, yüreği küt küt.
Yalnızlık paylaşılmaz. Paylaşılsa bile güçlü olan onda da aslan payını alır.
Yalnız evine hep başka yollardan gider.
Yalnız, yaratıcıdır. Osuruktan nem kapar. Acayip sorun yaratır.
Yalnızın geceleri kerim abdül cabbar boyunda, uykuları naim süleymanoğlu ayarındadır.
Yalnızın tatlı canı, bedenine eziyet.
 Yalnızlar, kendi aralarında ikiye bile ayrılamazlar.
Yalnız ya duldur ya da yetim. İkisinden ve tek çocuklu olanları daha makbüldür.
Yalnızın cebi vapur, telefon jetonu dolu.
Yalnızın dudakları sigara öper, elleri buram buram otuz bir.
Yalnızın eşyaları, yalnızı döver.
Yalnızlık üç boyutludur. Ama elle tutulamaz. Yalnızın tırnakları uzar.
Yalnızlık, tanrıya mahsustur. Yalnızlık, tanrının yanına usulsüz park yapmaktır.
Yalnız sever, evlenir, nurtopu gibi ülseri ve gastriti olur. Yalnız boşanır, çocuk annesine verilir. Hüzün babaya.
Yalnız, terliğine darılır, yastığına sarılır. Yorganına kızar, kanepede uyur.
Yalnız çok tutumludur. Düşünden, tırnağından attırır hep içine atar.

Yalnız yalnızı donundan tanır. Yalnızın yedek donunda da çiçekler açar.
 Yalnız göçebedir. Vatanı bedenidir. Komşuları yok yuk, para birimi borçtur. Yalnızın başkenti fiyaskodur. Bayrağı gökyüzü.
Yalnız, hiçbir şeyin sonunu getiremez. Her şeyin ortasını yaşar. Ortalıkda yaşar. Yalnız, orta malıdır. Herkes onu kullanmalıdır.
Yalnızın varlığı, babasının çükünün keyfinedir. Yalnızın varlığı, varlığınıza armağan olabilir.
Yalnızın sevdiği artiz ya rahmetli lee van cleeftir, ya da yine rahmetli cevat kurtuluş. (suphi kaner, john belushi joker.)
Yalnızın bindiği tüm taşıtlar, kendisinden geçer.
İnsanlar konuşa konuşa yalnızlaşırlar. 

metin üstündağ 1991

8 Ocak 2012 Pazar

(diskograf) barış manço

henüz 4 yaşında bir Kuzeyin baba bana uzun bıyıklı amcanın şarkısını aç cümlesi müthiş keyif verici. eskimediğimizin kanıtı bu cümle, bazı şeylerin ölümsüzlüğünün kanıtı bu cümle, hayatımıza kah domates biber patlıcanı kah bal böceğini, hatta ve hatta arkadaşlık müessesine yerleştirdiği eşşeği miras bırakan ah barış abim aşk olsun ne erken gitmişsin. keşke oğlumda seni görebilseydi demekten kendimi alı koyamıyorum.

kol düğmeleri, dağlar dağlar, sakız hanım ve mahur bey, dönence ve bir daha bir sürü efsane şarkı..

ah Barış abi aşk olsun aç koynunu kuş konsun.


domates biber patlıcan...



 bugün bayram


kısaca hayat hikayesi:

Barış Manço, 2 Ocak 1943 tarihinde, Rikkat ve Hakkı Manço çiftinin dördüncü çocukları olarak Moda’da dünyaya geldi. Annesi Rikkat Hanım, Türk Sanat Müziği sanatçısıydı. Aileden gelen yeteneğiyle özellikle ortaokul öğrenimini aldığı yaşlarda müzikle ilgilenmeye başladı. Lise yılları Galatasaray Lisesi’nde başladı.

Müzik hayatına Galatasaray Lisesi’nde adım atan Barış Manço’nun arkadaşlarıyla birlikte kurduğu ilk grubun adı “Kafadarlar”, ikincisi ise “Harmoniler”di. Daha sonra Şişli Terakki Lisesi’ne geçiş yaptı.

Lise yılları bittiğinde Belçika Kraliyet Güzel Sanatlar Akademisi’nde 1963- 1971 yılları arasında resim, grafik ve iç mimari eğitimi aldı. Belçika’da “Lemistgrees” adında, Amerikalı, Belçikalı, İtalyan, Kuzey Afrikalı, İngiliz müzisyenlerden oluşan bir grupta yer aldı. “Lemistgrees”le çalışmalarının sürdüğü iki yıl içerisinde Paris Olympia’da konser verdi. 1966 yılında Paris’te iki 45’lik plak çıkardı.

1970 yılında Türkiye’ye döndüğünde Fuat Güner ve Mazhar Alanson ile birlikte “Kaygısızlar” adlı grubu kurdu. Aranjman şarkılara tepki göstererek Anadolu’dan beslenen pop folk tarzında müzik yapmaya başladı. Onuncu plağı “Dağlar Dağlar” ile büyük bir çıkış yaptı, albüm beş ayda 700 bin adet satışa ulaştı. “Dağlar Dağlar” çalışması, sanatçıya Altın Plak Ödülü’nü de kazandırdı. 1971 yılında Moğollar ile çalıştı. Aynı yıl Kurtalan Ekspres’i kurdu. İlk klibini 1973’te, “Hey Koca Topçu”ya çekti. 1975’te ilk albümü “2023”ü yaptı. 1978'de Lale Manço ile evlendi, Doğukan ve Batıkan adında iki erkek çocuğu oldu.

1980 yılında Altın Orfe’de “Nick The Chopper” ve “Ben Bir Şarkıyım” adlı Bulgar şarkısı ile de altın madalyalar aldı. Yurtdışında birçok TV programına konuk olarak katıldı, birçok ülkede koserler verdi. 1983 yılında Eurovision Şarkı Yarışması’na “Kazma” adlı şarkısıyla katıldı, ancak elendi.

1988 yılının Ekim ayında TRT 1’de çocuk ve aileye yönelik bir eğitim kültür ve eğlence programı olarak başlayan “7’den 77’ye” , 1998 Haziran ayında 370. kez ekrana gelerek Türk televizyonculuğunda ulaşılması zor bir rekora imza attı. “Ekvatordan Kutuplar’a” isimli programında ekibiyle birlikte beş kıtada 100’den fazla değişik yöreye giderek 600.000 km.’ye yakın yol kat etti.

Bestelediği 200’ün üzerindeki şarkısı, kendisine 12 altın ve 1 platin albüm/ kaset ödülü kazandırırken, bu şarkıların bir bölümü daha sonra Yunanca, Bulgarca, Arapça, Farsça, Kürtçe, Japonca, İbranice, Fransızca, İngilizce ve lemenkçe olarak yorumlandı. Müzik ve televizyon hayatında sayısız ödüller alan Barış Manço’nun 1991 yılında devlet sanatçısı unvanı, yine aynı yıl Hacettepe Üniversitesi Onursal Doktora unvanı, Uluslararası Teknoloji Ödülü, Japonya Uluslararası Kültür ve Barış Ödülü, Belçika Krallığı Leopold II Şövalyesi Nişanı, Fransız Kültür Bakanlığı Edebiyat ve Sanat Şövalyesi Nişanı, Türkmenistan Cumhurbaşkanlığı tarafından verilen Türkmen Vatandaşlığı ödülleri vardır.

Barış Manço, 1 Şubat 1999 tarihinde Moda’da vefat etti.


ben bilriim.

Sakız hanım ve Mahur bey.


Arkadaşım Eşşek.



Ayı.


Gülpembe..


iyiki hayatımızı renklerdirmişsin Barış abi...

5 Ocak 2012 Perşembe

(lirik) rem. everybody hurts



Everybody Hurts
When your day is long and the night
The night is yours alone
When you're sure you've had enough of this life
Well hang on
Don't let yourself go, 'cause everybody cries
And everybody hurts, sometimes ...

Sometimes everything is wrong,
Now it's time to sing along
When your day is night alone (hold on, hold on)
If you feel like letting go (hold on)
If you think you've had too much of this life
Well hang on

'cause everybody hurts
Take comfort in your friends
Everybody hurts
Don't throw your hand, oh no
Don't throw your hand
If you feel like you're alone
No, no, no, you're not alone

If you're on your own in this life
The days and nights are long
When you think you've had too much
Of this life, to hang on

Well everybody hurts,
Sometimes, everybody cries,
And everybody hurts ...
Sometimes
But everybody hurts sometimes
So hold on, hold on, hold on, hold on, hold on,
Hold on, hold on, hold on, hold on, hold on

Everybody hurts
You're not alone  

 

Herkes İncinir
Günün uzunken ve gecen
Gece yalnız senin
Hayatın çok üstüne geldiğine emin olduğun zaman
Sıkı tutun
Kendini bırakma, herkes bazen ağlar
Ve herkes incinir, bazen ....

Bazen her şey yanlıştır
Şimdi şarkı söyleme zamanıdır
Günün sadece geceyken (Dayan Dayan)
Bırakırmış gibi hissedersen (Dayan)
Hayatın çok üstüne geldiğini düşündüğünde
Dayan

Herkes incinir
Arkadaşlarınla rahatla
Herkes incinir
Herşeyi bırakma, oh hayır
Herşeyi bırakma
Kendini yalnız hissedersen
Hayır, hayır, hayır, yalnız değilsin

Bu hayatta yalnızsan
Günler ve geceler uzunsa
Çok fazlasına sahip olduğunu düşündüğün zaman
Yaşama, sıkı tutun

Herkes incinir
Bazen, herkes ağlar
Ve herkes incinir
Bazen
Ama bazen herkes incinir
Bu yüzden Dayan, Dayan, Dayan, Dayan, Dayan
Dayan, Dayan, Dayan, Dayan, Dayan

Herkes incinir
Yalnız değilsin

(şiir) göçebe -cemal süreya-

GÖÇEBE

Sen sık sık gülen gülerken de
Sevecen bir Akdeniz çizgisini
Sol yanına ağzının
İliştiren çocuk özenle
Yabana mı atıyorum yani seni
Yabana mı atıyorum saat altı buçukları
Çocuk ve Allah'ın en eski baskısını
Değil, değil bunların biri
Gözlerimin gemileri kuş istiyor
Açılıp kapandıkça sevdam
Kapanıp açılıyor bir mavi
Şahmaran süt istiyor kefeninden
Üç aylık ölmüş çocukların
Kerem ile Arzu geliyor Aslı ile Kanber

Ay kana kana batıyor
Ay kana kana batıyor
Eşkiyalar gecenin yangınını izliyor uzakta
Kargapazarı dağlarını dolanan yaşlı ve öfkeli bir

                                                      otobüsteyim
Jandarma daima nesirde kalacaktır
Eşkiyalar silahlarını çapraz astıkça türkülerine
Ve bu dağlar böyle eşkiya güzelliği taşıdıkça
Patronun karısını zimmetine geçirip
Amasya'dan Kars'a kaçmakta olan sayman yardımcısıyla
Alevilikten konuşuyoruz uzun süre
Yanımdaki hep bir gazetede Marilym Monroe'nun
                                                resimlerine bakıyor
Marilyn Monroe öldü diyorum ona
Ölümü siyah bir kakül gibi alnına düşürmesini bildi
Şimdiyse Cennette Nietzsche'nin metresi olması gerekir
Bunları diyorum daha ne varsa diyorum

İşte hiçbir sebep olmadığını sevişmemeye
İşte çocukluğumdan beri içimde bir önsezi olduğunu
Bunun bir gün birine rastlamak gibi bir şey olduğunu
Belki de bir günler bunun için Aydın'da
                                          bulunduğumu
Zaten nedense hep bir şehirden bir şehre yolcu
                                                           olduğumu
İşte eflatun kakalı çocuklar olduğunu Kütahya'da
Ankara'da dokunak Yozgat'ta becerik olduğunu
Van'da güreşçi develer gibi süslediklerini kamyonları
İstanbul'da minarelerin lirik olduğunu köprülerinse

                                                                          dialektik
Acemi bir bulut bozuyor bütün görüntüyü eski bir şarkı

                                                                          gibi
Bu şarkıyı ne zaman duysam aklıma
Sinirli bir elin uysal bir bardağa
Çok yukardan döktüğü bir içki gelir
Sonsuz ve olağanüstü bir bira
Köpüklene köpüklene biçimlendirir
Soyunarak ağlayan bir kadını
Acı bilincinde sonrasızlığın
Ama bırakalım bırakalım bunları
Yoldan piyade erleri geçiyor tahta bavullarıyla ve
                                                büyük yakalarıyla
Ve faytoncular görüyorum
Yere basışlarındaki ağırlığı azaltmak için
Tanrısal bıyıklarıyla durumlarını paraşütlendiren

Kars'tayım bu ne biçim Kars bir kenarda
Pekala yalçınlık iddiasında bulunabilecek bir tepenin
                                                              üstünde
Kars kalesi yükseliyor
Gökyüzünü Ankara kalesine göre daha soyut ve daha
                                                 elverişli bir şekilde
Hırpalayan bu kale de olmasa
N'olacak bakalım hırpalayan bu kale de olmasa
Kuşkusuz artacak yalnızlığım sevgili çocuk

Biliyorsun ben hangi şehirdeysem
Yalnızlığın başkenti orası

Bir de yine sevgili çocuk
Biliyorsun kişi tutkularıyla
Yalnızlığını adlandırıyor o kadar

Arkada bir su devrile devrile akıyor
Rastgele bir ağaca soruyorum
Bir şey var sanki onu soruyorum
Değil orda diyor belki biraz daha ilerde
Tanrı meleğini ağırlamaya çalışan
Ataerkil bir aile gözümü alıyor

Dedelerin yüzlerinde erozyon
Silip götürmüş bütün evetleri

Annelerinse ağızlarında hiyeroglif
Babalarınsa ağustoslar atasözleri

Amcalarınsa avdan boş dönüyor elleri
Teyzelerse elleriyle yargılıyor gök güzelliğini

Ablalarınsa boyunları soru işareti
Ağabeylerse utançlarından emrah

Sıralanmışlar su boylarına
Bıçakla soyuyorlar kelimeleri

Ya suya giden küçük kızlar
Onlar
Tıpkı o kuşlar gibi
Uçan daha bir süre
Sonra da vurulduktan

Bir mezarın doğurduğu iştahlı bir çocuktur Anadolu şiiri

Ey şiir arayıcısı ey esrik kişi

Şu son dönemecini de aşınca gecenin
Doğacak gün artık gündüze ilişkin değil
Bu ağartı ancak yürekle karşılabilir
Bütün iş orda işte, ordan usturuplu geçmesini bil

Tutsaksan ellerini sıvışır gibi zincirlerinden
Ve balyozla vursalar mısralarına
Soylu bir demir sesi yükselir
Soylu büyük ve mavi bir demir sesi
Ellerim egece yatısına çağrılmış
Ve
Teleşsız görünmeye çalışan bir Kafka gibi
Yüzüm giyotine abone


 Cemal SÜREYA
(Göçebe)