"Sana ve tüm sandıklarıma.."
çok eski zamanlardı...
daha kâmil değildim. daha bulamamıştım, bedeli olacağım sözcük
dizimlerini, "halk anlamaz" diyerek kendimi saklıyordum daha. gece
gündüz içiyor, kendimden geçiyordum.
köprüaltı'ndaydım..
köprüaltı'ndaydı.. köprüaltı'ndaydık.. köprü daha altımızdaydı. az
ötemde duruyordum.. az ötede duruyordu. gözlerimdeki hüzün, "taşra
baskısı.." gözlerindeki hüzün, "kızyurdu yalnızlığı.."
- eskiden, tekel birası vardı, dedim.
- efendim.. yoğurt mu dediniz, dedi.
-
eskiden, tekel birası vardı dedim. daha dikik ve daha dolu. tamam
birası birazcık kamu arpalar içerirdi lâkin köprü'ye de yakışırdı.
- ha, şimdi amarcord'um.. evet hatırlıyorum.. bi de golden sakız vardı. içinden artiz resimleri çıkan. en bir çok da ekrem bora.
ben dedim: "yanıma gelsene.. benimle kalsana.. yalnız benim olsana.. (susadıkça ankara gazozu)
o dedi: "gayet mümkün.." (geldi, kaldı, oldu)
ben dedim: "saçlarınız böyle tuhaf, örgülü.. Vadideki Hayat vardı.. hani dizi.. oradaki kızılderili jim'e benziyor."
o dedi: "ben Rudi Cordeş'i de severdim.. falkonotti ne adiydi değil mi.. Ramona güzel kızdı.."
ben
dedim: "bizim televizyonumuz yoktu.. şimdi acayip bulvar olan bir aile
bahçesinde, çekirdek yiyerek, kaçak Dr. Kimbıl'ı seyrederdik
mahallecek."
o dedi: "biz de televizyonu Küçük Ev'in büyük kızı Meri Ingıls'ın kör olduğu bölümde almıştık."
ben
dedim: "beyoğlu civarında şimdi "fast food" ve "atari salonu" olan her
yer, o zaman birahane salonuydu.. değişim en önce beyoğlu ve beyazıt'a
yansıyor bu istanbul'da."
o dedi: "bir çocuk sevmiştim
lise'de.. tıpkım eski Tarık Akan.. hani yerli filmlerdi.. hani uzun
saçları ve renkli gözleri vardı onun.."
ben dedim:
"bilmiyorum.. her filminde mutlaka, Elmadağ'dan Taksim'e (en azından bir
kere) ağır çekimde koşardı.. akabinde o günün en sevilen pop şarkısı..
kan ve gül.. gül ve diken mesela."
o dedi: "clip'si
şarkılardı.. hayatlarımız clip.. ispanyol paça pantolonlar, fil kulağı
yakalı gömlekler, apartman topuklu ayakkabılar, mini etekler, favoriler
ve bıyıklar.. köylü, kentli demeden tüm hanımlar mini etek giyerdi
nerdeyse. on yıl sonra türban vakası patlaması ne garip."
ben
dedim: "bu ülke nerelerine yaşıyorsa bunca hayatı.. ezbere yaşıyor..
çabucak unutuyor.. sıfırın altında belleği.. anılar emeklemiyor."
o
dedi: "1 Mayıs ve Taksim'deki onca insanın yeri.. şimdi her galipli
kupa maçı sonrası, ellerinde bir bayrak, dillerinde slogan, kadınlı
erkekli çıkıp tur atıyorlar.. bayraklar ve sloganlar mı değişti yalnız..
nereden geliyor bu happening çılgınlık. Taksim niye kusmuyor.."
ben
dedim: "devrimciliğimiz de biraz Yılmaz Güney markajı içermiyor muydu..
erkeglerin hepsi birer Yılmaz Güney kopyası değil miydi.. kısa saç, küt
bıyıklar.. hepsi onun yadigarı.. kafa olarak da belki onun nûveleri ve
gûveleriydik.. bütünsüz olamayan çok tümsek tam tamlardık.. kendimiz
değildik ki belki de bundan yandık.. bütünü oluşturan birer tek tük
değildik.. çoktuk ama yoktuk.. belki bundan yenildik."
o dedi: "menekşe yeşili'ydi prenses süreya'nın gözleri.. rıza şah pehlevi'den çocuğu olmuyor diye nasıl da üzülürdük."
ben
dedim: "ne hızlı yaşlanmışız.. yaşlandırılmışız değil mi.. Haldun Taner
yaşımıza gelmeden, Haldun Taner gibi konuşur olduk.."
o dedi: "çünkü bizim her şeyimiz aşırı toplumsal.. buna kalp mi dayanır, manda gönünden."
ben dedim: "ne güzel şakıyorsun a bülbül.. uzat alt öperceni, az biraz öpeyim ufarak."
(öpüştük... öpüştük... öpüştük.. öpüştük..)
- susmak vaktidir dedi. bir arkadaşımın evi var.. kendisi kürt ve şimdi mülteci isveç'te.
- orada oralım mı oralarımız buralarımızı yâni..
atladık
bir taksiye.. bile bile yanlış sokaklara girerekten, bile bile yanlış
caddelere çıkaraktan, bile bile taksicinin teybine bir erkin koray
kaseti koyaraktan, bile bile şimdi apartman olmuş arsalardaki
çocukluklarımızı uzaktan severekten, dediği eve geldik.
o
dedi: "ellerin niye bu kadar büyük.." ben dedim: "seni daha büyük
kucaklamak için.." o dedi: "gözlerin niye böyle büyüdü.." ben dedim:
"seni daha net görebilmek için.." o dedi: "çükün de hemen kalkmış
büyükanne" ben dedim: "gak, guk.. hatta kem, küm.."
sabaha
kadar seviştik.. sabaha kadar ter içtik.. öğlen uyandığımda yastığın
öbür ucu sibirya.. sibirya'ya ilişik bir ufacık not'çuk:
"belki
yine, rastlaşırız kimbilir.. belki yine, konuşuruz çocukluğumuzdan..
belki yine, çıkarken anahtarı su saatinin üzerine bırak.. belki yine,
seni çok sevdim.. belki yine, kendine iyi bak, sevgili kimsesiz çocuk
jack" (seni seven pasaklı sally)
kalktım.. giyindim..
anahtarı su saatinin üzerine bıraktım.. vurdum aşkşamdan kalma kendimi,
bir başka istanbul aşkşamına.. gol oldum.
ismimi sormadı.. ismini sormadım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.