19 Ekim 2012 Cuma

(şiir) su


çok zaman oldu
çok yaman oldu tohumun suya düşüşü
kına dağına bıraktım sonbaharı
gavurdağında rüzgar güllerine kanı
kızmadı bana hiç bir kamil,
peki ya sen..

hangi kara parçası dahil
ne çile güleç
ne werter gece katili
çok zaman oldu diyorum
çok yaman oldu rengin güneşle soluşu

ardıl çayına sırtımı döndüğümde
düştü aklıma tüm seviler
peşimde zalim bir kader
kaçıyorum
           kaçıyorum
bitmiyor ateşin koru
bitmiyor hayatın tuzu
bize şeker haram şemsten beri
dergahını talan edilmiş en mahzun şeyhten beri.
kiya'dan beri
Suskundan beri
en değersiz ışıl yeşil zebercedden beri
...
tohumun suya doyuşundan beri.





13 Ekim 2012 Cumartesi

(şiir) sevmek neymiş birgün anlarsın



Uykuların kaçar geceleri
Bir türlü sabah olmayı bilmez
Dikilir gözlerin tavanda bir noktaya
Deli eden bir uğultudur başlar kulaklarında
Ne çarşaf halden anlar, ne yastık
Girmez pencerelerden beklediğin aydınlık
Kapanır yatağına çaresizliğine ağlarsın
Onun unutamadığın hayali
Sigaradan derin bir nefes çekmişcesine dolar içine
Sevmek neymiş birgün anlarsın  



Birgün anlarsın aslında herşeyin boş olduğunu
Şerefin, faziletin, iyiliğin, güzelliğin
Gün gelirde sesini bir kerecik duymak için
Vurursun başını soğuk taş duvarlara
Büyür gitgide incinmişliğin, kırılmışlığın
Duyarsın
Ta derinden acısını çaresiz kalmışlığın
Sevmek neymiş birgün anlarsın



Birgün anlarsın ne işe yaradığını ellerinin
Niçin yaratıldığını
Bu igrenç dünyaya neden geldiğini
Uzun uzun seyredersinde aynalarda güzelliğini
Boşuna geçip giden yıllarına yanarsın
Dolar gözlerin için burkulur
Sevmek neymiş birgün anlarsın



Birgün anlarsın sevilen dudakların
Sevilen gözlerin erişilmezliğini
O hiç beklenmeyen saat geldi mi
Düşer saçların önüne ama bembeyaz
Uzanır gökyüzüne ellerin
Ama çaresiz, ama yorgun, ama bitkin
Bir zaman geçmiş günlerin uykusuna dalarsın
Sonra dizilir birbiri ardınca gerçekler acı
Sevmek neymiş birgün anlarsın



Birgün anlarsın hayal kurmayı
Beklemeyi
Ümit etmeyi
Bir kirli gömlek gibi çıkarıp atasın gelir
Bütün vücudunu saran o korkunç geceyi
Lanet edersin yaşadığına
Maziden ne kalmışsa yırtar atarsın
O zaman bir çiçek büyür kabrimde kendiliğinden

SENI SEVDIĞIMI BIRGÜN ANLARSIN

Ümit Yaşar Oğuzcan

11 Ekim 2012 Perşembe

(şiir) tut yüreğimden ustam


Ustam…
Aklım firarda
Gözbebeklerimde müebbet hüzün
Dilimde ay kesiği bir yara
Düşüm kırık dökük
Umudumun boynu bükük
Bir öksüzün omuzlarında sükut
Yüreğim sana emanet ustam
                                      sıkı tut
Tut ki;
kancık pusulara düşmesin
Bir hain kurşunu gelip deşmesin
Ustam…
Ustam ne zaman o senin bildiğin zaman
Ne sevda gördüğün masallardaki

Eskiden
Eskiden halı tezgahında dokunurdu aşklar
Nakış nakış körpe kız ellerinde  Şarkı Sözleri
Mendillere yazılırdı isimler yüreklere kazılırdı gizlice
Sevdalılar asil ve de yürekli
Sevdalar kavgalar iki kişilik
Oysa şimdi;
Oysa şimdi çorak gönüllere ekiliyor sevdalar seher vakitlerinde
Meşru sevdalardan gayrı meşru acılar doğuyor kundaklara
O günahkar gecelerden

Ustam…
Ustam beni herkes sevdaya asi sanır
Oysa aşk beni nerde görse tanır
Hasret tanır
         zulüm tanır
                    ölüm tanır
Yüzüm yüzümden utanır ustam
Yüzüm yüzümden utanır

Yorgunum ustam yorgunum
Ne katıksız somun isterim senden
Ne bir tas su
Ne taş yastıkta bir gece uykusu
Var gücünle asıl şimdi sükunetime
Çığlığım kopsun
Uzat ellerini güneşe dokun
Uyandır uykusundan
Tut yüreğimden ustam tut
Tut beni sür güne
Güne sür ustam sür güne ustam

Şiir: Serkan Uçar

27 Ağustos 2012 Pazartesi

(şiir) Mıknatıssız Pusula

 

Mıknatıssız Pusula 
 
ben sana düzenli olarak telefon ediyorum.
adlı bir cengaver olarak telefon ediyorum.
hakiki cinayetler işleniyor görüyorum.
isa görüyor, şeyhim görüyor, ben görüyorum.
ben sana düzenli olarak telefon ediyorum.

yüzyıl şilisinden bir jazz javulcusu inliyor tam arlarımda
hiç durmadan kentli mağlup kıyasıya mağrur ve mor
bir çocuğum şimdi pişman olmak için
birbiriylebağlantılıyüzbinlerceyılım var.

seni sevmem
bu savaşı
kesintiye uğratmaz
ama ordan bakma!
bu, werther`in
leş kanını
gül kılar.

birleşmemiz radikal olacak ben kan vereceğim
otobüsler olacak, trenler, bütün öldürülmüş cumhuriyet şehirleri
saçlarım uzun olacak, bıyıklar, gözlükler, gideceğim
çığlıklarla düzülmüştür aşk şiirleri.

gideceğim en eski öykümde devlet denen şirk yazacağım
göz bebeklerimde kent gördükçe kırılan gıçlar,
ve bir dizeyi haklar gibi terli ellerim
bu çağın açısını dik tutacaklar.

bana bir öpücük verin yoksa galip döneceğim
ufka bir bakın ordum akıp gidecek
elimde çözülecek makina ve cinayet
marşlar yazıp halkımla söyleyeceğim yoksa.

inanmışım kaybetmek esrarıdır olmanın
çıldırmış bir vaşak gibi kaybediyorum.
ipimden kurtulmuşum kaybediyorum.
birleşmiyor ellerimiz haykırıyor trapez
tanklar tank olup geçiyor üstümüzden

helvetius haklı, devlet şaşkın, piyanist kara
memleket sana rağmen ket vururken yarama
şu çıplak çocuk şu büyük türk şairi ben

-ve emir 'kun' diyor; doğuruluyorum-

'bu ülke'den daha bıçkın tamlama bilmiyorum.

bana bir öpücük verin yoksa şair öleceğim
ilk dildar tohum ekecek sözüme yoksa
ve bir dizenin tan yerini ağartamsıysa
ellerini tutarım ki kudurtucudur.ellerin
bunun için gözlerinin meryem hali sevgilim
gözlerinin meryem hali gerçek yurdumdur
ki zuhrettiğinde ilk formuyla isa yeniden
ağlıyorum, ağlıyorum, ağlıyorumdur.

ben bu çağdan bir kere de şerefimle geçeceğim
lazım gelen gülleri göğsüme gömerek
birleşmemiz radikal olacak ben kan vereceğim
bunu daha çok küçükken bir film de görmüştüm!

ah laikse aşkımız biter elbet bir kış baharyaz günü
gözlerin uçurumlar kaydeder avuçlarıma
bir çınar gövdesini bir hamle daha yarar
üç içbükey komodin silah çeker vurulur
sen gidersin, denklem düşer, ben aşk olduğumu ağlarım
bir kelebek konduğu yerde bir mayın olduğunu anlar.
beynime düşer infilak eder

ben dünyaya karşı durmak ile meşhurum
olma. yokluğun bulunmaman bedenime lacivert lavlar akıtır.
nasıl çekip gitmiş bir şaman
çekip gitmiş, bir şaman değilse en çok
benim gibi sonsuz bir at
hiç koşmuyorken de attır.

biliyorum lir sızmıyor şakaklarımdan
ve yüzümde şeyh çıldırtan yarıklar da yok
annem beni hep çok sevdi, kız gördüm mü ağlıyorum
modern bir alışkanlıktır ölmek, seni doğasıya seviyorum
yeniden dünyaya gelsem yeniden seni severim

ben sana düzenli olarak telefon ediyorum.
adlı bir cengaver olarak telefon ediyorum
hakiki cinayetler işleniyor görüyorum
isa görüyor şeyhim görüyor ben görüyorum
ben sana düzenli olarak telefon ediyorum
mıknatıssız bir pusula olarak
 
Ah Muhsin Ünlü

12 Ağustos 2012 Pazar

(nesir) Yalnızlık Üzerine Met-Üst'lemeler

Dostlar ünlü kariktürist Metin Üstündağ'ın daha önce "yanlızlık üzerine" isimli bir şiirini sizinle paylaşmıştım, geçtiğimiz günlerde bir tiyatrocu arkadaşım ile bu şiiri paylşırken şiirin hikayesini içeren bir yazıdan bahsetti bana,bende yazıyı sizinl paylaşmak istedim.

Not: yazının sonuna ilgili şiiri tekrar iliştiriyorum.. okumayanlar için...

Yalnızlık Üzerine Met-Üst'lemeler

Dergiye geldiğimde hava kararmıştı. Balkon tarafındaki büyük salonda dergi çalışanlarının büyük bir kısmı oturmuş gündemde olan siyasi ve toplumsal olaylar hakkında konuşup, kapak konusunu düşünüyordu. Boş bulduğum bir sandalyeye oturup, susarak onları izledim. Zaten gündelik politikadan pek haz etmeyen ben, muhabbet uzadıkça ve sosyal taşlama ve hicivlerin ardı arkası kesilmeyince hepsen sıkıldım. İçtiğim çayların ve çektiğim "off"ların haddi hesabı yoktu ama yine de bi türlü muhabbet bitmiyordu. Aslında genel itibariyle huzurluydum. Tek sıkıntım içinde bulunduğum ortamın sıkıcılığıydı, yoksa kafam gayet rahattı.

Konuşmaların kesintiye uğradığı ve odaya sessizlik çöktüğü bir anı fırsat bilerek "Bizler meşgul insanlarız kardeşim!" diye ayağa kalktım. Hepsi benim bu alakasız çıkışıma hayret etmiş bi şekilde bana bakakaldılar. "Kardeşlerim! Toplanın etrafıma size anlatacaklarım var!" diye haykırdım, Met-Üst hariç hepsi sandalyelerini yaklaştırarak etrafımda çember oluşturdu. "Daha küçük bir çocukken ben, bir ilişkinin iki kişiyle yaşandığını ve tabiki ilişkiyi sürdürenin de bitirenin de bu iki kişinin duygu ve düşünceleri olduğunu sanardım. Yanlışmış, aldanmışım... Misal siz genç ve sağlıklı bir birey olarak hayatınıza bir kişinin girmesini istiyorsunuz di mi? İmkansız! O bir kişiyle beraber istemediğiniz, hiç görmediğiniz belki de hiç sevmeyeceğiniz bi on kişi daha giriyor hayatınıza. Sadece sevgilinize ve onun sorunlarına karşı duyarlılık, hissiyat göstermeniz yetmez. Onun en yakın arkadaşının, en yakın arkadaşının sevgilisinin, ablasının, ablasının nişanlısının, ev arkadaşının, ev arkadaşının eski sevgilisinin sorunlarına, dertlerine de aynı duyarlılıkla eğilmeniz hatta çözüm arayışlarına girmeniz, gerekiyor. Aksi takdirde o ilişki yürümüyor, tıkanıyor dostlarım. İşte geçen aylardan bir gün ben de sevgilimle buluşmuş, kafede çayımı yudumlarken birden bire kendimi saatlerdir Eyüp hakkında konuşurken yakaladım. Eyüp'ü hiç görmemiştim, sadece kız arkadaşımın anlattıklarından kafamda bir Eyüp figürü oluşmuştu. Hakkında çok şey biliyordum. Eyüp, kız arkadaşımın ev arkadaşı Nevin'in eski sevgilisiydi, ayı görüntüsüne rağmen son derece duyarlı, ince, hassas, kırılgan bir çocuktu. Nevin'den sonra bir ilişki denemesine girmişti ama Nevin'i unutamamıştı. Zira geride yaşanmış bi 4 yıl vardı. Ve kendini son zamanlarda iyice umutsuz çaresiz hissediyor, zaman zaman ağlama nöbetleri geçiriyordu. Doğal olarak onun bu içinde bulunduğu bu ruh hali Nevin'i de etkiliyordu.- Gitsin, Nevin'le konuşsun yeniden başlasınlar- dedim… Artık çok geçmiş, sancılı ayrılık döneminde sarfedilen o kadar kırıcı sözden sonra bir araya gelmeleri imkansızmış, hem Nevin şimdi yeni bir ilişkiye başlamışmış.- E Eyüp duyarlı hassas değil miydi? Ne diye ayrılırken kıza küfretti bu şerefsiz. Bu mudur ince, hassas tavır?- diye çıkıştım, sustu. Sonra sakinleşip, - Başka bi kız bulalım bu Eyüp'e. Bir aşkın acılarını unutturacak yeni bi aşk sipariş edelim- diye öneride bulundum. İçine kapanıkmış, kızlara açılamazmış. Bi saat boyunca Eyüp'ün yararına ne önerdiysem bi gerekçeyle refüze edildi. En sonunda dayanamadım "E bari ben gideyim bu Eyüp denen şerefsize bi kere vereyim de sen de, Eyüp de, Nevin de sevinsin!" diye patladım. Kavga ettik. Zaten bu olaydan bir hafta sonra da ayrıldık. Ama iki aydır kafam öyle rahat öyle huzurlu ki dostlarım anlatamam" diye anlattım dergi çalışanlarına.

"Fakat... İlişki, birliktelik bunlar değil mi zaten. Rica ederim kuzum biraz daha alttan almaya, daha az nobran olmaya çalışın." diye tedirgince lafa girdi Yiğit. "Ya ne yapmak lazımmış? Kaz gelecek diye bana, tavuk mu göndermeli? Yoksa bir fino gibi susta durmak mıdır en münasibi? İstemem eksik olsun! Herkes gibi koşarak elin Eyüp'üne methiyeler mi yazmak? Yoksa sevgilinin yüzü gülecek diye bir an karşısında taklalar mı atmak lazım her zaman? İstemem eksik olsun! Ricaya mı gitmeli? Kapı kapı dolaşıp pabuç mu eksiltmeli? Yoksa nasır mı tutsun sürünmekten dizlerim? Yahut eğilmekten mi ağrısın ötem berim? Eksik olsun istemem, istemem eksik olsun!" diye bir tirat geçtim. Bi alkış tufanı koptu.

Yiğit'in çayından bir yudum alarak "Dediğim gibi bizler meşgul adamlarız dostlarım" diye tam devam ediyordum ki köşede oturan Met-Üst hiç istifini bozmadan, önündeki kağıda bişeyler çizerek "Yalnız, konuşmasına hep "biz" diye başlar" dedi. Sustum, baktım, kıpırtısız bi şekilde kağıda bakmaya devam ediyordu. "Ben meşgul bir insanım dostlarım! Ben ve sevgilim iki kişi bile fazla gelirken hayatıma..." diye devam ettim. "İki kere yalnız, iki yalnız eder" dedi. Umursamadım devam ettim... "İki kişi bile fazlayken bir de bu kalabalık..." dedim. "Yalnızın hayatını kalabalıklar yaşar. Yalnız ölünce nüfus eksilmez" dedi ve "Yalnızlar rıhtımı, kuru kalabalıktan ibarettir" diye ekleyip "ezehehe mezehehehe!" diye güldü. "Hay sokayım kalabalığa" diyip "Kardeşim ben yaratıcı bir insanım. Ben sancılı yaratım süreciyle mi uğraşıcam Eyüp'le Nevin'le mi?" diye ter içinde derdimi anlatmaya çalıştım. "Yalnız, yaratıcıdır. Ossuruktan nem kapar, acayip sorun yaratır" dedi. Metin'in araya girip laf sokmaları beni inceden daşşak oğlanı yapıyordu. "Metin Abi bak büyüğümsün saygı duyuyorum sana. Sen de bana duy. Şurda bi hikayemizi anlatıyoruz dimi? Ses çıkarma yoksa döverim seni!" diye insan gibi uyardım. "Her insanın bir hikayesi vardır, yalnızın karadeniz fıkrası" dedi, bütün odadakiler güldü. "Abi ayıp oluyor ama..." diyip çaresiz boynumu büktüm. "Yalnıza sormuşlar; -boynun neden eğri?- -hüzün kireçlenmesinden- demiş" diye son darbeyi vurup bi de eğri boynuma şaplak attı. Kahkahalar dur durak bilmiyordu, sinirim iyice tepeme çıktı. "Boşaltın burayı, çabuk çıkın odadan! Bu adamla birebir kalmak istiyorum!" dedim. Bir tek Ersin "Umut'u bilirim. Çok sinirlendi, birazdan Metin Abi’yi kıymaya çevirir" diyerek koşa koşa kaçtı. Selçuk "Kimin yerinden kimi kovuyorsun artist! Aaa şuna bak dağdan geldi bağdakini kovuyor!" diye çıkıştı. Bunun üzerine "Metin Abi gelir misin iki dakka? Senle özel bişey konuşucam" dedim, sağolsun geldi. Mutfağı gittik. Gözyaşları içinde sarılıp, aslında odadaki beni anlayan tek kişi olduğunu, mümkünse kendisine dışarda bi kahve ısmarlamak istediğimi söyledim. "Yalnızın içkisi fıçı biradır" dedi, bi birahaneye gittik.

Bol bol dertleştik, fikir teatisinde bulunduk. "Yalnızın gizlisi saklısı olmuyor. Aşkı da, sevgisi de, ilişkisi de halka mal oluyor. Tıpkı baraj gibi, yol gibi kamu alanı oluyor. Herkes yorum yapabiliyor, eski sevgilisinin arkasından topluca atıp tutulabiliyor. Aslında kötü niyetinden değil böyle konuşması herkes içinde. Yalnızlıktan. Zira eski sevgilileri hakkında konuştuğu zaman azımsanmayacak bi çevre ediniyor etrafında. Sonra beraberce yorum yaptığı arkadaşlarına darılıyor, yine yalnız kalıyor. İlişki dediğinde yarım yamalak bişey dimi abi?" diye sordum. Katıldı ve "Yalnız hiçbir şeyin sonunu getiremez... Herşeyin ortasını yaşar… Yalnız orta malıdır, herkes onu kullanmalıdır" dedi. İkinci biradan sonra ben sapıttım. "Yalgızam yalgız" türküsünü söyledim. Üçüncü biranın ortasında sızıp kaldım. Tek hatırladığım misafirliğe gelip de uyuyup kalmış bir çocuğun babasının kollarında uyur vaziyette evden çıkarılması gibi birahaneden çıkarılıp taksiye bindirilmemdi. Metin Abi’lerin evine gittik. Eşi Meryem Abla bana salonda yer yatağı yaptı. Tam dalıyordum ki Metin Abi geldi, dürttü. "Efendim abi nooldu?" dedim "Yalnız, misafir evlerinde uyumaya bayılır" dedi, gitti. Yüz verdikçe iyice şımarmıştı Metin Abi, bu yalnızlık geyiği de canımı sıkmıştı. Sinirlendim döndüm g.tümü yattım. Rüyamda çocukluğumun sabun reklamı yıldızı Ornellia Muti ile sevişirken nur yüzlü kıvırcık saçlı ihtiyara basıldım. Kendi rüyamdan kovuldum.

Sabah kahvaltıda gündüz niyetine rüyamı anlattım. Meryem Abla yorum yapmadı, Metin Abi "Yalnızın dudakları sigara öper, elleri buram buram otuzbir" dedi. Onbir yaşındaki çocukları Denizali de dahil hepsi kahkahalarla güldü. Konuyu değiştirmek için "Ya Metin Abi sen beni kucaklayıp götürecek kadar güçlü müsün yaa! Nasıl götürdün beni dün gece öyle taksiye" diye sordum. "Ben götürmedim ki... Yan masada tek başına oturan ayı görünüşüne rağmen son derece duyarlı, ince, hassas, kırılgan bir genç vardı. Ondan rica ettim o götürdü" dedi.

Benim De Söyleyeceklerim Var - Umut Sarıkaya



buda şirin şiiri..

yanlızlık üzerine..

Yalnız, tek tabancadır. Her gördüğüne daan! Diye vurulur.
Yalnızın esvapları, mutlu olduğu senelerin modasını yansıtır.
Yalnızın toplu fotoğrafları bile vesikalıktır.
Yalnız, çamaşırlarını gündüz leğende yıkar, gece olunca asar. Yalnızın ayakları, çorapları nefesi kokar.
Bir yalnız, bir yalnıza ömür boyu kışt kışttır.
Yalnızın elleri ceplerinde, cepleri hep derinde. Yalnızın dişleri, düşleri van gogh sarısı.
Yalnız, misafir evlerde uyumaya bayılır.
Yalnız, yankı vadisinden bağırsa: ooo. Kim osurdu. Bit osurdu. Olur.
Yalnız hep tedir-girgindir.
Yalnızın hayatını kalabalıklar yaşar. Yalnız ölünce nüfus eksilmez.
 İki kere yalnız, iki yalnız eder.
Yalnızın ütülü tek pantolonu vardır. Onu da giymeye utanır.
Yalnız konuşmasına hep biz diye başlar.
Yalnız çarmıhını içinde taşır. Kimliğini kaybeder, kendini evde unutur.
Yalnız yalnıza aşık olursa, yalnızlık toplamları belki bir çocuk yapar.
Yalnızın içkisi fıçı biradır.
Yalnıza sormuşlar: boynun neden eğri?  Hüzün kireçlenmesinden demiş.
Yalnızlar rıhtımı, kuru kalabalıktır.
Her insanın bir hikayesi vardır. Yalnızın karadeniz fıkrası.
Yalnız, iğneyi de, çuvaldızı da kendisine batırır. Yetinmez minare arar.
Yalnızın kefeni sümerbank basması.
Yalnız rüyasında ornella muti ile sevişirken nur yüzlü ihtiyarca basılır. Yalnız kendi rüyasında kovulur.
Yalnızın çorapları tek tek, yüreği küt küt.
Yalnızlık paylaşılmaz. Paylaşılsa bile güçlü olan onda da aslan payını alır.
Yalnız evine hep başka yollardan gider.
Yalnız, yaratıcıdır. Osuruktan nem kapar. Acayip sorun yaratır.
Yalnızın geceleri kerim abdül cabbar boyunda, uykuları naim süleymanoğlu ayarındadır.
Yalnızın tatlı canı, bedenine eziyet.
 Yalnızlar, kendi aralarında ikiye bile ayrılamazlar.
Yalnız ya duldur ya da yetim. İkisinden ve tek çocuklu olanları daha makbüldür.
Yalnızın cebi vapur, telefon jetonu dolu.
Yalnızın dudakları sigara öper, elleri buram buram otuz bir.
Yalnızın eşyaları, yalnızı döver.
Yalnızlık üç boyutludur. Ama elle tutulamaz. Yalnızın tırnakları uzar.
Yalnızlık, tanrıya mahsustur. Yalnızlık, tanrının yanına usulsüz park yapmaktır.
Yalnız sever, evlenir, nurtopu gibi ülseri ve gastriti olur. Yalnız boşanır, çocuk annesine verilir. Hüzün babaya.
Yalnız, terliğine darılır, yastığına sarılır. Yorganına kızar, kanepede uyur.
Yalnız çok tutumludur. Düşünden, tırnağından attırır hep içine atar.

Yalnız yalnızı donundan tanır. Yalnızın yedek donunda da çiçekler açar.
 Yalnız göçebedir. Vatanı bedenidir. Komşuları yok yuk, para birimi borçtur. Yalnızın başkenti fiyaskodur. Bayrağı gökyüzü.
Yalnız, hiçbir şeyin sonunu getiremez. Her şeyin ortasını yaşar. Ortalıkda yaşar. Yalnız, orta malıdır. Herkes onu kullanmalıdır.
Yalnızın varlığı, babasının çükünün keyfinedir. Yalnızın varlığı, varlığınıza armağan olabilir.
Yalnızın sevdiği artiz ya rahmetli lee van cleeftir, ya da yine rahmetli cevat kurtuluş. (suphi kaner, john belushi joker.)
Yalnızın bindiği tüm taşıtlar, kendisinden geçer.
İnsanlar konuşa konuşa yalnızlaşırlar. 

metin üstündağ

21 Mayıs 2012 Pazartesi

(şiir) beni deniz sanıyor

beni deniz sanıyor bildiğim..
 
hayli zaman geçtide üstünden
kime ne demiş kimden ne istemiş bilmiyorum aklım,
zaman perişan,
zaman perükarı hayatın..
kırptıkça kırpıyor,
oysa eskiyen ne varsa balkonda bir zulada biriktirdiğim
oyun kağıtlarına hapis,

yeter saçmaladığım,
nazım kendine konu olan her kelimeye aşık olmalı
aşk her gönüle mashar olmalı,
umut koca yanaklı bir çocuk isminden fazlası olmalı,
olmalı.
olmalı..
olmalı...

belki de insan insana hep kanmamalı,
işte tamda böyle fikri muallak
...






(şiir) yanlızlık üstüne - Metin Üstündağ



Yalnız, tek tabancadır. Her gördüğüne daan! Diye vurulur.
Yalnızın esvapları, mutlu olduğu senelerin modasını yansıtır.
Yalnızın toplu fotoğrafları bile vesikalıktır.
Yalnız, çamaşırlarını gündüz leğende yıkar, gece olunca asar. Yalnızın ayakları, çorapları nefesi kokar.
Bir yalnız, bir yalnıza ömür boyu kışt kışttır.
Yalnızın elleri ceplerinde, cepleri hep derinde. Yalnızın dişleri, düşleri van gogh sarısı.
Yalnız, misafir evlerde uyumaya bayılır.
Yalnız, yankı vadisinden bağırsa: ooo. Kim osurdu. Bit osurdu. Olur.
Yalnız hep tedir-girgindir.
Yalnızın hayatını kalabalıklar yaşar. Yalnız ölünce nüfus eksilmez.
 İki kere yalnız, iki yalnız eder.
Yalnızın ütülü tek pantolonu vardır. Onu da giymeye utanır.
Yalnız konuşmasına hep biz diye başlar.
Yalnız çarmıhını içinde taşır. Kimliğini kaybeder, kendini evde unutur.
Yalnız yalnıza aşık olursa, yalnızlık toplamları belki bir çocuk yapar.
Yalnızın içkisi fıçı biradır.
Yalnıza sormuşlar: boynun neden eğri?  Hüzün kireçlenmesinden demiş.
Yalnızlar rıhtımı, kuru kalabalıktır.
Her insanın bir hikayesi vardır. Yalnızın karadeniz fıkrası.
Yalnız, iğneyi de, çuvaldızı da kendisine batırır. Yetinmez minare arar.
Yalnızın kefeni sümerbank basması.
Yalnız rüyasında ornella muti ile sevişirken nur yüzlü ihtiyarca basılır. Yalnız kendi rüyasında kovulur.
Yalnızın çorapları tek tek, yüreği küt küt.
Yalnızlık paylaşılmaz. Paylaşılsa bile güçlü olan onda da aslan payını alır.
Yalnız evine hep başka yollardan gider.
Yalnız, yaratıcıdır. Osuruktan nem kapar. Acayip sorun yaratır.
Yalnızın geceleri kerim abdül cabbar boyunda, uykuları naim süleymanoğlu ayarındadır.
Yalnızın tatlı canı, bedenine eziyet.
 Yalnızlar, kendi aralarında ikiye bile ayrılamazlar.
Yalnız ya duldur ya da yetim. İkisinden ve tek çocuklu olanları daha makbüldür.
Yalnızın cebi vapur, telefon jetonu dolu.
Yalnızın dudakları sigara öper, elleri buram buram otuz bir.
Yalnızın eşyaları, yalnızı döver.
Yalnızlık üç boyutludur. Ama elle tutulamaz. Yalnızın tırnakları uzar.
Yalnızlık, tanrıya mahsustur. Yalnızlık, tanrının yanına usulsüz park yapmaktır.
Yalnız sever, evlenir, nurtopu gibi ülseri ve gastriti olur. Yalnız boşanır, çocuk annesine verilir. Hüzün babaya.
Yalnız, terliğine darılır, yastığına sarılır. Yorganına kızar, kanepede uyur.
Yalnız çok tutumludur. Düşünden, tırnağından attırır hep içine atar.

Yalnız yalnızı donundan tanır. Yalnızın yedek donunda da çiçekler açar.
 Yalnız göçebedir. Vatanı bedenidir. Komşuları yok yuk, para birimi borçtur. Yalnızın başkenti fiyaskodur. Bayrağı gökyüzü.
Yalnız, hiçbir şeyin sonunu getiremez. Her şeyin ortasını yaşar. Ortalıkda yaşar. Yalnız, orta malıdır. Herkes onu kullanmalıdır.
Yalnızın varlığı, babasının çükünün keyfinedir. Yalnızın varlığı, varlığınıza armağan olabilir.
Yalnızın sevdiği artiz ya rahmetli lee van cleeftir, ya da yine rahmetli cevat kurtuluş. (suphi kaner, john belushi joker.)
Yalnızın bindiği tüm taşıtlar, kendisinden geçer.
İnsanlar konuşa konuşa yalnızlaşırlar. 

metin üstündağ 1991


9 Nisan 2012 Pazartesi

(şiir) safi

çok zaman
çok ses oldu.
elimde boynum mahurluğum hala bileklerimde
gözlerim içime seferi
ve ansızın geliveriyorsun aklıma
ölsem kimsenin umurunda yanlız,
yalnız kimselerden sonra..

çok kelam
çok rüzgar oldu.
ayaklarımda çelim öyle kızgın durmama
ömrüm yoluma seferi
ve ansızın sızıyorsun aklıma
kalsam kimsenin umrunda safi
sahi kimselerden sonra.

anlıyorsan sus
biliyorsan konuşma.


mart 2012



7 Mart 2012 Çarşamba

(Röportaj) Tunç Fındık


“Güneşli bir günde doğada olmaktan güzel ne olabilir ki?”

Denizden  neredeyse  dokuz kilometre yüksekte atmosferin inceldiği,  incelmiş havadaki oksijen ve basıncın yaşama elverecek seviyelerin çok altına düştüğü, korkunç soğuk,  fırtına ve devasa çığların hakim olduğu yüksek dağlarda dağcılar nasıl yaşarlar, nelerle mücadele ederler?

Tunç Fındık Doğa sporlarının Türkiye deki en önemli ve en tanınmış isimlerinden biri. doğa sevgisini “Güneşli bir günde doğada olmaktan güzel ne olabilir ki?” diye içsel bir soruyla pekiştiriyor. Bu soru aslında her şeyi açıklıyor, Dünyada bir çok dağın ilk Türk tırmanışını ve Türkiye dede  bir çok dağın ilk tırmanışlarını gerçekleştirmiş. Tabiri caiz ise dağda kendi rotasını kendi çizen gerçek bir macera adamı.  Tunç Fındık’a ulaşmak çok kolay ve çok zor oldu aslında. Röportaj için ilk maili attıktan 20 dk sonra cevap geldi ama O mail Tunç’un İranda olduğunu döner dönmez bizimle irtibata geçeceğini yazıyordu, açıkçası röportaj için ümitsizliğe kapılmıştım ama bir cumartesi sabahı gelen maille bu yazının ilk satırları beliriverdi. O bir Dağcı, o bir Fotoğrafçı, yazar, çevirmen, doğa tutkunu, adrenalin aşığı bir maceraperest.  son kitabı İrtifa 8000 yeni yayınlanmış olsa da haftalardır internette müthiş cümleleri takipçileri tarafından paylaşılıyor. İşte Tunç Fındıkla gerçekleştirdiğimiz röportajın ayrıntıları;  


Tunç Fındık  kimdir?
        
         Ben profesyonel dağcı, dağ rehberi ve yazarım. Bilkent Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldum. Doğa sporlarına 1983 yılında başladım, bu dönemde izcilik ve kampçılık ile uğraştım, 1990 yılından sonra  mağaracılık ve dağcılığa yöneldim. Bilkent Üniversitesi,  Hacettepe Üniversitesi Dağcılık Kulüplerinde eğitmenlik yapıp kulüp tırmanışlarına liderlik ettim ve Türkiye Dağcılık Federasyonu bünyesinde yurt dışı yüksek irtifa faaliyetlerine katılarak Türkiye’yi milli sporcu olarak temsil ettim. Lisanslı bir dağcı olarak, Türkiye Dağcılık Federasyonu’nun 1996 tarihine kadar olan faaliyetlerinde eğitmenlik ve teknik danışmanlık görevlerini yürüttüm,  AKUT Arama Kurtarma Derneği gönüllüsüyüm, Zirve Dağcılık Kulübü ve UİAA (Uluslararası Dağcılık  Federasyonları Birliği) dağ komisyonu üyesiyim.


Tunç Fındık’ı dağların zorlu koşullarına iten güç nedir ve o gücü nasıl besliyorsunuz?

         Ben küçüklükten beri arazide olmayı çok severdim, hala değişen bir şey yok. Dağda, tırmanışta olmak benim için dünyadaki en güzel şey. Güneşli bir günde doğada olmaktan güzel ne olabilir ki? Dağların bana verdiği enerji ve özgürlüğü hiçbir şeyde bulamam. Dağlarda kendi bedenimle ve ruhumla aksiyon içinde olmayı çok seviyorum. Benim  motivasyonum da buradan geliyor.  Dünyanın farklı yerlerindeki dağlar, coğrafyalar, insanlar, gezmek, tırmanış ve dağdaki dostluklar. İşte bunlar beni çok çekiyor.


Profesyonel bir dağcı olarak Dağcılık sporunda risk faktörüne karar verme ve problem çözme stratejilerini siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

           Bunlar dağcılık ve tırmanışın parçasıdır. Dağcılığın büyük bir kısmı  kontrollü riskleri yönetmekten geçer. Zorlu bir tırmanışta veya yüksek bir dağdaki stresli ortamlarda karar vermek kaçınılmaz bir durumdur. Dağcılık sporunu değerli ve keyifli kılan, kontrollü riskleri doğru yönetmek ve doğru kararları almaktır. Riski doğru hesaplamak dağcılıkta her şeyin temelindedir çünkü söz konusu olan insan hayatıdır.  Tüm dikkat ve hesaplamalara karşın, dağcılar riskli durumlarda kalabilirler çünkü dağ ortamı beklenmedik risklerle ve beklenmedik olaylarla doludur; ekipten birinin hastalanması veya ekibin tırmanışta kaza geçirmesi, ani bir fırtına veya tipi gibi beklenmedik durumlarda stres altında, zor durumlarda doğru hareketi yapmaya karar verebilmek, soğukkanlılığı elden bırakmadan hızlıca karar almak sadece tecrübeli bir dağcı tarafından yapılabilir. Mesela 2009 yılındaki Dhaulagiri çıkışımızda, zirve tırmanışı sırasında şiddetli bir tipi ve yıldırım geldi. Acil bir karar almam gerekiyordu;  hava hızla kötüleşiyordu ve  zirveden vazgeçmem mi gerekiyordu? Çok zor koşullarda  Dhaulagiri’ye tırmandım ama  sis ve tip basmadan önce   kör iniş yapabilmek için pusula açışı almadan değil. Bu sayede,  aynı tırmanışta bir  kişinin hayatını kaybettiği bu zirveye gittikten sonra dönüş yolunu doğru bulabildim.


Türk dağcılık camiasının heyecanla izlediği bir 14 x 8000 projeniz var. bu proje nasıl oluştu. bu projede sizi en çok zorlayan şey nedir?

          Buna ‘dağcılığın maratonu’ diyebiliriz. Bu her açıdan zor bir proje 14x8000, birçok kısmı da  tehlikeli ve uğraştırıcı, birçok insanı caydıran ve pes ettiren bir hedef.  8000’lik bir dağa çıkmak gerçek maceradır ve  her tür dağcılıktan çok daha ödüllendiricidir. Bunun başarısının hissi hiçbir şeyle mukayese kabul etmez, riski de büyüktür, işler ters giderse eve dönemeyebileceğiniz bir girişimdir. Macera bilinmeyendir.  8000’lik çıkışlarda o kadar çok belirsizlik var ki, gerçek macera bu oluyor işte. Hedefim en başta 14x8000 gibi bir proje tabii ki değildi, çünkü gençliğimde dağcılığa sadece dağ ve doğa sevgisiyle başladım. Ancak birkaç 8000’lik dağa çıkıp, 8000 metrede bünyemin iyi çalıştığını görünce, neden bu proje olmasın dedim. İçinde olunca bana  zevkli bir mücadele olarak geliyor ama tahminler ötesinde zorlu bir uğraşı ve devamlı, hiç bitmeyen  bir “challenge” var.  Ve de kolay 8000’lik diye bir şey yok, sadece daha az riskli ve daha çok riskli olanları var. Everest Dağı bunlar arasında görece kolay olanlardan sayılır çünkü popüleritesinden dolayı lojistiği çok iyi. Annapurna, Nanga Parbat, Kanchenjunga ve Makalu ise tehlikeli ve zor olan 8000’lik zirvelerden; çığ ve teknik tırmanış nedeniyle. K2 Dağı ise kötü havasıyla ve teknik tırmanışın zorluğuyla ünlü. Kısaca, hiçbiri kolay değil; mükemmel planlama, performans ve şans gerektiren projeler. Yüksek dağcılıkta en önemlisi, eve ve sevdiklerine sağ ve salim geri dönmektir,  zirve ile dönerseniz bu da büyük bir bonus’tur.
2012 yılı başı itibariyle bu projenin yarısındayım diyebilirim. 2001 yılından beri 10 adet 8000′lik dağa gittim: Everest (2001), Broad Peak (2002), Cho Oyu (2005),  Lhotse (2006), Everest (2007), Dhaulagiri (2009), K2  (2009), Gasherbrum II (2009), Makalu (2010) ve  Shishapangma (2010), Kanchenjunga (2011) ve  iki kere  farklı rotadan Everest  olmak üzere, 7  adet 8000′liğin zirvesine çıkmış oldum. Bu esnada 10’dan çok sefer  7000 metre ve üzeri tırmanışım da oldu tabii. Şimdi sırada, Tibet, Pakistan ve Nepal’de 8 adet daha 8000 metrelik zirve beni bekliyor, yani neredeyse 5-6 yıl sürecek bir mücadele. Bu arada Everest’e iki kere ve farklı rotalardan tırmanan ilk Türk oldum.
Dünyada farklı milletlerden 30 kadar kişinin tamamladığı bu projede beni en çok zorlayan şey, aylarca evimden ve sevdiklerimden , normal yaşam konforundan uzak kalmak değil, sponsor bulmak! Türkiye’deki  ekonomik  ve sosyal vaziyette, 14 x 8000 gibi uzun soluklu bir sportif projeye sponsor bulmak çok zor. Bu, spor sponsorluğunun ve genelde sponsorluk kavramının  hiç anlaşılmamasından   kaynaklanıyor. Ama ömrüm boyunca uğraşarak da olsa, bu olağanüstü enteresan ve zorlu projede ilerlemeyi göze aldım, bu şartlarda yola çıktım. Geçmişte Fenerbahçe Spor Klübü, Meteksan Sistem bilişim şirketi gibi büyük sponsorlarım oldu. Günümüz itibariyle The North Face, CNN TÜRK,  Solgar, Globalstar Avrasya, Suunto, Unifo  gibi şirketlerin ürün ve hizmet sponsorluğu ile yoldayım ve mali sponsorluk arayışım da devamlı surette sürüyor. 2012 tırmanışlarım olan Annapurna ve K2 için İnnova bilişim firması sponsor oldu.


Dağcılık konusundaki hedefiniz nedir?

         Dağcılıktaki hedefleri belirlemek tamamen  bu spora yaklaşımınıza bağlı bir olay. Benim için bir dağa tırmanmak için karar verirken belli başlı bazı kriterler vardır: o dağın fiziki şeklinin güzelliği, tırmanışın zevkli olup olmaması, o dağın tarihi değeri ve geçmişte üzerinde yaşanan tarihe mal olmuş olaylar, tırmanışın güvenliliği, beraber gideceğim ekibin kalitesi. Hedeflerim çok değişken olabilir, bazen dünyanın en yüksek, tanınmış dağlarına giderken, bazen de tanınmış bir zirveye varmayan ama tırmanışı çok zorlu teknik rotaları seçerim. Ama dağcılıktaki esas hedefim bundan tad almak ve sürdürebildiğimce devam ettirmek. Ben sadece 8000 metrelik dağlara çıkan bir dağcı değilim;  dağcılığımın büyük kısmı  kaya, buz  ve alpin tırmanışlardan oluşuyor. Kaya, kar ve buz, uzun duvar tırmanışları yapıyorum. Donmuş şelale tırmanmak da benim çok sevdiğim bir tırmanış tarzı. Bugüne dek Türkiye’de ve yurtdışında  700 kadar tırmanış yaptım;  bunun 300 kadarı ilk çıkış oldu  bunlar  rotanın ilk tırmanışı, dağın veya duvarın ilk çıkışı veya  dağın / rotanın ilk kış çıkışı olarak gerçekleşti. Ayrıca, daha kısa kaya rotalarında çok sayıda geleneksel ilk tırmanış yaptım. Yurtdışında  Nepal, Tibet, Çin, Pakistan, Kazakistan, Tacikistan, Kırgızistan, Fransa, İtalya, İsviçre, Bulgaristan, İran, Gürcistan, Arjantin, Tanzanya, Kenya, Rusya Federasyonu ve İskoçya’da birçok   tırmanış yapmak şansım da oldu.


Türk dağcılığı sizce dünya dağcılığının neresinde ve Türk dağcılığının gelişimi için neler yapılabilir.

          Çok fazla tırmanıcısı olmayan ve bu sporun  yeni  büyümeye başladığı , halk arasında  pek tanınmadığı bizim gibi ülkeler  var. Polonya, Amerika, İngiltere, Japonya'yla  bizi asla  karıştırmamak gerekiyor. Çünkü bu ülkelerde bu spora meraklı çok insan,  oturmuş bir tırmanış ve doğa sporları kültürü, ciddi boyutlarda  dağcılık tarihi ve geçmişi   var. Bundan kaynaklı olarak büyük bir malzeme pazarı da mevcut:  mesela İngiltere de iklimle de orantılı olarak hemen herkesin üzerinde gore-tex ceket, trekking ayakkabısı var. Tüm bu ülkelerin kendine has bir sürü tırmanış markası vardır. Koreyi ele alalım; neredeyse 15 milyon dağcı / tırmanıcı / doğa sporcusu var orada. Dünyada en çok 8000'lik tırmanan insan sayısı Kore'de. Yine ufak bir örnek olarak, 14x8000 projesini bitirmiş  5 kişi var Kore'de. Bu sayı Amerika'da ve İngiltere'de 1.
         Bize gelince,  ülkemiz dağcılık  konusunda çok da  kötü bir yerde değil, ufak da olsa bir dağcılık camiamız var, yavaştan gelişiyoruz, arada büyük çatışmalar var ve  tabii ki 200 yıl geriden izliyoruz yine batıyı. Toplum olarak bazı özelliklerimizden kaynaklanan problemlerimiz var, her şeyi çaba harcamadan elde etmeye çalışmak, araştırmamak, çaba ve emeği umursamamak  gibi. Ama gel de gör ki,  dağcılık böyle bir spor değil. Çaba harcamadan hiçbir şey yapamazsınız. Örneğin,  8000 metrelik bir dağa deneyim kazanmadan gidilmez, Demirkazık Kuzey Duvarı veya Vayvay kuzey duvarı  vb. teknik bir duvarı çıkmak için öncesinde bir yığın teknik  tırmanış yapmak zorundasınız. Veya 7’li derece ve üzeri geleneksel kaya  tırmanmak için çok çaba, tecrübe ve cesaret gerek! Çalışmadan, emeksiz olmayacak işler bunlar..  Dağı, tırmanışı, kendinizin sınırlarını  öğrenmek zorundasınız, dağcılık sadece deneyimle gelişen bir spor. Bunu yapmadan dağa giderseniz de başınıza bir iş gelmesi  veya başarısızlık  ve hayal kırıklığı çok doğaldır.
Bizim ülkemizdeki dağcılığımız zaman içinde tabi ki gelişecektir ancak bunun için bireylerin daha çok okuması, tırmanması ve paylaşması ve birlik olmak gerekiyor. Aynı zamanda,  bu spora  meraklı insanları  ayırmadan aynı çatı altında  toplayacak, onlara hizmet edecek, gelişmeyi destekleyecek  devlet kurumları olması da şart.


Aynı zamanda bir yazar ve çevirmen kimliğiniz var, Tunç Fındık neden yazıyor?

           Çevirmenliği 2000 yılından beri  yapmasam da,  yazmayı çok seviyorum ve aslında sadece kendim için yazıyorum. Dağcılık ve tırmanış o kadar zevkli bir aktivite ki, bunu mutlaka başka insanlarla paylaşmak isteğiniz oluyor, bu fotoğraf ve yazıyla olur. Aslında en başta kendi kendime yazdığım günlüklerden ibaretti yazılarım, ama sonra bir şekilde bunları kitap haline getirebildim. Tabi diğer yandan, ben dağcılığa başladığımda önümde yol gösterici birkaç örnek olsaydı, bugün belki daha da ileride olurdum veya geldiğim yere daha hızlı ulaşırdım belki de. Bu nedenle, bir şeyler yapıyorsanız yazıp belgelemenin değerine inanıyorum. Bizim toplumumuz bu yönden tembeldir ve girişimcilikten uzaktır ama bir yerden başlamak gerek. Özellikle dağcılık ve tırmanış yönünden bakınca belli bir yayın birikimimiz yok ve bunun eksikliğinin çekildiğini düşünüyorum. Bu noktada, dağcılığın salt fiziksel bir spor dalı veya sadece tırmanış olmadığından bahsetmek istiyorum: gerçek dağcı kültürlü, nazik, sağduyuludur ve bunun yolu da okumaktan, kitaplardan, literatürü ve tarihi  bilmekten geçer. Zaten alanında gelişmiş her insan için bu nitelikler önem taşımaz mı?


Peki Türkiyedeki dağcılık üzerine yazılmış literatür çalışmaları sizce yeterli mi?

         Hayır yeterli değil bile diyemiyorum çünkü  böyle bir kavramımız  zaten yok maalesef. Avrupa da dağcılıkta ciddi bir kültür ve birikim sonucunda önemli bir miras oluşmuş, nesilden nesile iletilen ve kullanılan. Bizde hiç yok. İnsanlar zaten  ciddi işler hiç  yapmamış ki, ciddi bir belgeleme ve birikim  mümkün olsun. Yeni tırmanıcılar açısından bu türde  bir birikim olmadığı için, onların herşeyi kendileri keşfetmeleri gerekti. Mesela bizim nesile bir önceki nesilden ne kitap, ne rehber, ne hikaye, ne tecrübe,  hiçbir şey gelmedi. Eh, herkes Amerikayı yeniden keşfetmek zorunda kaldı.. Bu konudaki eksik  giderek biraz azalıyor, ama yine de var.  Bir sonraki Türk tırmanıcı, dağcı, doğa sporcusu nesili daha şanslı bence. Çünkü artık daha çok eser var bu konuda ve en önemlisi, internet var. Bilgi ulaşılır durumda, isteyen için.


Son kitabınız İrtifa 8000 den bahseder misiniz?

       Kendime ait yedinci özgün kitabım olan ‘İrtifa 8000 -Yüksek Macera’   232 sayfa, kuşe kağıda,  A4 yakını boyutta, renkli resimli olan bir kitap. 14 ayrı bölümünde 7000 ve 8000 metrelik dağlarda yaptığım tırmanışların hikayesini anlattım. Kitap, Kırgızistan’ın Tien-Shan Dağlarındaki 7010 metrelik Khan Tengri Dağı  tırmanışı ile başlayıp, en zorlu  Himalaya zirvelerden 8586 metrelik Kanchenjunga ile sonlanıyor. Bu kitabın görselliği ön planda ama içinde tırmanış hikayeleri de var.  Kitabın arka kapağındaki tanıtımdan bir  alıntı yapayım:


Ülkemizde yüksek irtifa tırmanışı yapan kişi sayısı sizce yeterli mi?

Hayır. Ülkemizde dağcılığa olan ilgiyle paralel olarak yüksek dağlara da ilgi az. Mesela sportif kaya tırmanışı gerek ulaşılabilirliği, gerek ilerlemenin  görece daha kolay olması nedeniyle daha çok  ilgi görüyor.  Ama o bile yetersiz. İran ile karşılaştırsak, onlar dağ ve tırmanış sporlarını tam benimsemiş bir toplum.  Herkes dağcı, herkes doğa sporcusu.  Yine örneğin Avrupa’da  yılda 50 milyon kişi  Alplere gidiyor. Bizde kaç dağcı var? Aladağlar’a yılda kaç kişi gidiyor?  Mukayeseye buradan başlamak gerek.


Dağcılık yada doğa sporlarıyla ilgilenmek isteyenlere ne önerirsiniz?

Dağcılık, belli başlı riskler içeren  bir tecrübe sporudur,  kısaca eğitim ve deneyim çok gerekli.  Uygun eğitimi aldıktan sonra herkes dağcılık yapabilir ama kendi sınırlarını iyi değerlendirip doğru kararlar almak lazımdır. Tırmanış ve dağcılık çok zevklidir, insanı özgürleştirir ve ruhunu dinlendirir,  şehir hayatının kısıtlamalarından kurtulmasını sağlar,  herkes doğa sporlarında kendine hitab edecek bir yan bulacaktır. Önemli bir detay  uygun  partneri veya ekibi bulmaktır,  çünkü iyi bir partner ve ekiple doğadaki paylaşımlar çok daha keyifli olur.  Dağcılığa başlamak isteyenlere Zirve Dağcılık gibi dağcılık kulüplerinden birine başvurmalarını tavsiye ederim.





27 Şubat 2012 Pazartesi

(şiir) kedi

gece gündüz
hiç beklemeden yazdığım dizeler şahidin,
hiç bitmedin,
hiç gitmedin,
hiç değildin hiç

umarsız öfkelere sahipken dizlerin
tabiki titrersin,
eski değilsin,
eski gelmiyor
eski çoğalmaz asıl içinde

seni yakın bir dağ kasabasında bırakıyorum şimdi,
aklına esince çık gel.
ama gel mutlaka
gel mutlaka
mutlaka
..


şubat2012

20 Şubat 2012 Pazartesi

(şiir) yaşam



küsmüşüm kendime barışmamışım
ağlamayı öğrenmişim yıllar önce susmamışım
gülmeyi unutmuşum hatırlayamamışım
çocukluğuma masal anlatıyorum şimdi
ona sarı gazoz alıp onu sevindiriyorum
ona şiir okuyorum dikkatsizce dinliyor
dinler gibi yapıyor belki de ...
çocukluğumu avutuyorum,o ağlıyor
onun ağlamasını istemiyorum
gülsün istiyorum istiyorum ki balon alıp ona vereyim
gülsün istiyorum istiyorum k sevdiğini söylemekten korkmasın
riyakarca bir bakışa verdim gönlümü
sattım kendimi belki belki utandım gülen yüzünden
belki de gözlerinin ateşinden tutuştum
yanmak istiyorum yanmak istiyorum ki
hüznümü bu benden de bırakıp yeni bir sevdaya kucak açmak
kucak açıp onu hazımsamak
yaşamak istiyorum yaşamak istiyorum
ama bu bedende ve bu beyinde değil
başka bedende başka beyinle başka mekanda ve başka sevdalarda
başka duygularla düşünmek istiyorum kendi başıma ve kendi yaşamıma dair

98 sonbahar

17 Şubat 2012 Cuma

(şiir) Yeni Bir Sayfada Sana Bakmak - Yılmaz Erdoğan

Yeni Bir Sayfada Sana Bakmak - Yılmaz Erdoğan

herşey yapılabilir
bir beyaz kağıtla
uçak,örneğin uçurtma,mesela
altına konabilir
bir ayağı ötekilerden kısaolduğu için
sallanan bir masanın
veya şiir yazılabilir
süresi ötekilerden kısa
bir ömür üzerine.

bir beyaz kağıda
her şey yazılabilir
senin dışında
güzelliğine benzetme bulmak zor
sen en iyisi sana benzemye çalışan
her şeyden
bir gülden, bir ilk, bir sonbahardan sor
belki tabiattadır çaresi
senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin
ve benim
bilinci nasırlı bir bahçıvan çaresizliğim
anlarım bitkiden filan
ama anlatamam
toprağın güneşle konuşmasını
sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla.

sen bana ışık ver yeter
bende filiz çok
köklerim içimde gizli
gelen giden,açan soran,bere budak yok
bir şiir istersin,
"içinde benzetmeler olan"
kusura bakma sevgilim
heybemde sana benzeyecek kadar
güzel bir şey yok.

uzun bir yoldan gelen
tedariksiz katıksız bir yolcuyum
yaralı yarasız sevdalardan geçtim
koynumda bir beyaz kağıt boşluğu
her şeyi anlattım
olan, olmayan,acıtan, sancıtan
bilsem ki sana varmak içindi
bütün mola sancıları
bütün stabilize arkadaşlıklar
daha hızlı koşardım
severadım gelirdim
gözlerinin mercam maviliğine

sana bakmak
suya bakmaktır
sana bakmak
bir mucizeyi anlamaktır

sana sola bakmadan yürüdüğüm yollar tanıktır
aşk sorgusunda şahanem
yalnız kelepçeler sanıktır
ne yazsam olmuyor
çünkü bilenler hatırlar
hem yapılmış,hem yapma çiçek satanlar
bahçıvan değil tüccarlardır
sen öyle göz
sen öyle toprak ve güneş ortaklığı
sen teninde cennet kayganlığı iken
sana şiir yazmak ahmaklıktır.

bir tek söz kalır
dişlerimin arasından
ben sana gülüm derim
gülün ömrü uzmaya başlar

verdiğim bütün sözler
sende kalsın isterim
ben sana gülüm derim
gül sana benzediği için ölümsüz
yazdığım bütün şiirler
sana başlayan bir kitap için önsöz.

sana bakmak
bir beyaz kağıda bakmaktır
herşey olmaya hazır
sana bakmak
suya bakmaktır
gördüğün suretten utanmak
sana bakmak
bütün rastlantıları reddedip
bir mucizeyi anlamaktır
sana bakmak
allah'a inanmaktır..


(şiir) Ben aşkı bir üveyikten satın aldım - ibrahim sadri

ben aşkı bir üveyikten satın aldım,yaşım onaltı
o zamanlar bakır rengindeydi dağlar
daha şıvan düşmemişti böğrüme
daha deli deli esmemişti ruzigar
kalbim acıya düşmemişti
sanırdım bütün ırmaklardan koşacaktım
halayda delikanlı başı olacaktım
bıyıklarım yeni terlemişti

gurbeti
ismail dayımın gönderdiği
kuru üzüm ve fıstıknan
bir de istanbul fotoğraflarından tanımıştım

hey deli yanım!
türkülerim ince gül dalım
gönül közüm
verdiğim sözüm
ne zaman duman olsa
munzurun doruklarında kalırdı gözüm
aradabir durup fırata bakışım
ve yanımdan ayırmadığım
bir üveyikten satın aldığım aşkım

yani ahretlik gülüyordum
istanbulu fotoğraftan
vurgunu üveyikten biliyordum

bir zemheri akşamında
oturtup tandırın karşısında babam
oğul yürü, dedi
yürüdüm
topak oldu babam,acıdan yundu gözleri
yalınız bir 'ah'etti anam
sessizce ırmağa düştü sözleri

yürüdüm
terleyen bıyıklarım
şahin bakışım
ve yıldızlı gecelerimden birinde canım
üveyikten satın aldığım halis aşkım
geride kaldı

ormanlar gördüm
ağaçlar gördüm
dallarında adamlar asılıydı
ipince fidanlar
ipil ipil kan sızardı dudaklarından
baykuşlar
gecenin koyukatmer al basması karanlığına karşı
nasıl da gülüyorlar
nasıl da gülüyorlardı

hani benim yıldızım
hani şehla bakışım
hani sazım
ve halıs aşkım

dağlardan geliyorum ben
fıratın doğduğu yerden
gönle aktığı yerden
serin göze başından
soğuk bulgur aşından
dağlardan geliyorum ben
aşkın doğduğu yerden hey!
yusufun kuyusundan eyyubun sabrından geliyorum
etmeyin elemeyin
ben istanbulu fotoğraftan
vurgunu üveyikten belliyorum

hani benim yıldızım
hani şehla bakışım
hani sazım
ve bir üveyikten satın aldığım
halis aşkım

hey anam
ne aynam ne tarağım ne sedef çakım
ne tesbihim ne mintanım
bir han odasında
akşam alacası değip geçerken böğrüme
yavaşça önüme düştü alınyazım

(şiir)kızım berfinim - yılmaz erdoğan




Berfinim
İçimin güler yüzü
Yaşanılası iklimim hoşgeldin

(Adımın çapraz yazılması kimin
Umrunda
Denize düşen yılana öykünür
Biraz da

Bir aralık sızıverdin işte
Ömrümüzün en gevrek zamanı
Çıt diyor kırılıyoruz
Öfke kadar saydamız o zamanlar
Ve kırılgan
Bıçak kadar

Kızım demeyi öğrettiğin için
O tanrısal kokun
Ve gülüşündeki baban için

Ki hala zilleri çalıp kaçmak istiyorduk
Yarım yamalak aşk kırıntıları
Tabakta bırakılmış, yazık atılacak bir sevda
Haritası
Hatta el değmemiş delilikler istiyorduk
Çocuktuk daha
Büyümeye direniyorduk
İş toplantılarında lolipop zamanlar düşlüyorduk

Ama sızıverdin işte
Bir avuç yeşil gevrek rokaydık
Mayışmamıza bir limon yetecekti
Biz garsonu bekliyorduk
Sen çıkageldin

Hoşgeldin berfinim
Kızım kızgınlığım
Bilmiyorduk daha

Objektiflerin objektif olmadığını
İkimize yeter sanıyorduk ikimizin toplamı
Meğer doyurmak çok zormuş
İçimizdeki hayvanı

Habersiz geldin, kusura bakma
Ortalık biraz dağınıktı
Şimdi hemen toparlarız sanıyorduk
Olmamıştık daha

İşin zor kızım
Hem büyüyecek
Hem bizi büyüteceksin
Baban mı var, derdin var kızım

Hoşgeldin kızım
İçimin gülen yüzü, hoşgeldin

15 Şubat 2012 Çarşamba

(şiir) muamma

güler mi bu muamma hayatın fedaisi
her sorunun cevabını mashar mı bu kahin

kölesi olur mu daha hayatın yanlızlık
hangi yaraya değil ki merhem bir çift lafın

kış kış gibi olmalı
soğuk ve beyaz
titretmeli
feryat feryat gibi.

sever mi bu muamma dilin tanini
her haykırışın cevabına mazhar mı bu figüran

efendisi olur mu daha hayatın cehalet
hangi ömrün değilki başına bela sefalet.

şubat 2012


9 Şubat 2012 Perşembe

(şiir) hep kahır -cem karaca-




Hep Kahır

Dur! bırak kaynasın kahvenin suyu,
Bana İstanbul'u anlat nasıldı?
Bana boğazı anlat nasıldı?
Haziran titreyişlerle kaçak yağmurlar ardı
Yıkanmış, kurunurmuydu yine o yedi tepe
Ana şefkati gibi sıcak bir güneşle

İnsanlar gülüyordu de
Trende, vapurda, otobüste,
Yalanda olsa hoşuma gidiyor, söyle.
Hep kahır, hep kahır, hep kahır
Bıktım be...

Dur! bırak, kalsın, açma televizyonu
Bana istanbulu anlat nasıldı?
Şehirlerin şehrini anlat nasıldı?
Beyoğlu sırtlarından yasak gözlerimle bakıp
Köprüler, sarayburnu, minareler ve halice öv
Diyiverdin mi bir merhaba, gizlice

İnsanlar gülüyordu de
Trende, vapurda, otobüste
Yalanda olsa hoşuma gidiyor, söyle.
Hep kahır, hep kahır, hep kahır
Bıktım be...

Dur! bırak, kımıldama, kal biraz öylece n'olur
Kokun istanbul gibidir, gözlerin istanbul gecesi
Şimdi gel sarıl, sarıl bana kınalım
Gökkubbenin altında ordada beraber
Çok şükür diyerek yeniden başlamanın hayali
Hasretinin çölünde sanki bir pınar gibi

İnsanlar gülüyordu de
Trende, vapurda, otobüste
Yalanda olsa hoşuma gidiyor, söyle.
Hep kahır, hep kahır, hep kahır
Bıktım be...
 
Cem Karaca




8 Şubat 2012 Çarşamba

(şiir) küçümseme - ibrahim sönmez

keskin bir kılıcın kalbimin ortasında verdiği acı
unutulurmu hiç..
gözlerimi açıp perdenin arkasında ağladığın günler
unutulurmu hiç

biliyormusun ki ruhların acımasızca beni öldürdüğünü
gecenin düşlerimi diri diri yaktığını

bırak oyunu
hayat trajedilerle dolu
küçümseme beni
bir gün bu aşk senide vurur
bırak oyunu
hayat trajedilerle dolu
küçümseme beni
bir gün bu aşk senide bulur

biliyormsun ki ruhların acımasızca beni öldürdüğünü
gecenin düşlerimi diri diri yaktığını

çocuksu terketmeler
günahlanmış gerçekler içimi bir bir sömürüyor
çamurlanmış yüzler
draa olmuş hayalller
içimi bir bir kemiriyor.



şair ve müzisyen İbrahim Sönmez'in bir bestesinin sözleri olan küçümseme şiiri şairin hayata karşı duruşunu başarıyla anlatıyor. epik ortaçağ ezgileriyle trash metal saundları müziğinde buluşturan müzisyen şarkı sözlerinde farklı bir entelektüel bakışla aşk temasını başarıyla işliyor. 



30 Ocak 2012 Pazartesi

(şiir) dağları bilirim

ben dağları bilirim,
birde soğuk yağmurları,
fırtınada yitirdim
                     tüm üşüyen yanlarımı.

zırhım sevdam benim
kurşun geçirmez düşlerdeyim
elimi ne zaman atsam
                        şafağı tutarım
adını dağlara bağırdım
                ve...
                  utanmam yankısına ağlarım

şimdi sen beni vurgun bilirsin ama
...
öyle değil,
ben sevda yanlısıyım

2003



üzerinden yıllar geçtikten sonra bile aynı hazzı yaşadığım anılardan birisi.. bu anıyı yeniden gün yüzüne çıkaran sevgili Turabi ZEROL ve konu mankeni Emre Şahin sağolun arkadaşlar..

19 Ocak 2012 Perşembe

(şiir) diyafram

diyafram

ve koskoca parmaklarında küçücük hayallerim vardı
uzadıkça kısaldı tüm çoğalışlarım
yalanlar serpiştirdim çaresizliğime
kısaldıkça uzadı tüm dostlar
sakın ha sanmayın gepetto ustayım.


bilenler bilir evet evet bilenler bilir
cemal süreya dan aldığım "y" yi
eski bir battaniye altında "T" yapıverdim attila ilhan'a
bıraktım goetheyi duyduktan sonra
sakın ha sanmayın kleptomanım

durdu duracak sandığım çok oldu
çok yerde tekledi kalbim
düştüğüm tüm şehirler başkent oldular birer birer
ben öylece bir hükümranım
sanmayın ha beyazıt'ım.

tepelere sakladığım bir gözle van gölüne göz kırptım
erciyeste yılkılara el salladım
muş ovasına tütün ektim son kez ve
14 koca dağ devirdim rüyamda
sakın ha sanmayın Messnerim.

dünyayı tanıdıkça insanlara karşı çıktım
yoklardı hiç sanki
sanki hepimizin değildi
sevgi yazdıkça arttı içimde ama
sakın ha sanmayın ben değilim hikmet nazım.

ben sıradan ve sıyrılmış aradan
öyle biriyim
tahtalar arasında,
kelimeler arasında,
saraylar arasında,
karlar arasında,
ve düşlüler arasında.

ocak 2012

17 Ocak 2012 Salı

(şiir) ayrılık sevdaya dahil -attila ilhan-

AYRILIK SEVDAYA DAHİL


1.
açılmış sarmaşık gülleri
kokularıyla baygın
en görkemli saatinde yıldız alacasının
gizli bir yılan gibi yuvalanmış
içimde keder
uzak bir telefonda ağlayan
yağmurlu genç kadın..

2.
rüzgâr
uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
mor kıvılcımlar geçiyor
dağınık yalnızlığımdan
onu çok arıyorum onu çok arıyorum
heryerinde vücudumun
ağır yanık sızıları
bir yerlere yıldırım düşüyorum
ayrılığımızı hissettiğim an
demirler eriyor hırsımdan..

 3.
ay ışığına batmış
karabiber ağaçları
gümüş tozu
gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
yaseminler unutulmuş
tedirgin gülümser
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
her an ötekisiyle birlikte
herşey onunla ilgili

telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
gittikçe genişleyen
yakılmış ot kokusu
yıldızlar inanılmayacak bir irilikte
yansımalar tutmuş bütün sâhili
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili..

 4.
yalnızlık
hızla alçalan bulutlar
karanlık bir ağırlık
hava ağır toprak ağır yaprak ağır
su tozları yağıyor üstümüze
özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
eflatuna çalar puslu lacivert
bir sis kuşattı ormanı
karanlık çöktü denize
yalnızlık
çakmak taşı gibi sert
elmas gibi keskin
ne yanına dönsen bir yerin kesilir
fena kan kaybedersin
kapını bir çalan olmadı mı hele
elini bir tutan
bilekleri bembeyaz kuğu boynu
parmakları uzun ve ince
sımsıcak bakışları suç ortağı
kaçamak gülüşleri gizlice
yalnızların en büyük sorunu
tek başına özgürlük ne işe yarayacak
bir türlü çözemedikleri bu
ölü bir gezegenin
soğuk tenhalığına
benzemesin diye
özgürlük mutlaka paylaşılacak
suç ortağı bir sevgiliyl..

5.
sanmıştık ki ikimiz
yeryüzünde ancak
birbirimiz için varız
ikimiz sanmıştık ki
tek kişilik bir yalnızlığa bile
rahatça sığarız
hiç yanılmamışız
her an düşüp düşüp
kristal bir bardak gibi
tuz parça kırılsak da
hâlâ içimizde o yanardağ ağzı
hâlâ kıpkızıl gülümseyen
-sanki ateşten bir tebessüm-
zehir zemberek aşkımız..

ATTİLA İLHAN




Attila İlhan (1925 - 2005)

Attila  İlhan (1925 - 2005)
Attila İlhan 15 Haziran 1925’te Menemen’de doğdu. İlk ve orta eğitiminin büyük bir bölümünü İzmir ve babasının işi dolayısıyla gittikleri farklı kentlerde tamamladı. İzmir Atatürk Lisesi birinci sınıfındayken mektuplaştığı bir kıza Nazım Hikmet şiiri göndermesi nedeniyle 1941’de tutuklandı ve okuldan uzaklaştırıldı. Üç hafta gözetim altında kaldı. İki ay hapiste yattı.

CHP ŞİİR ARMAĞANI’NDA İKİNCİLİK ÖDÜLÜNÜ KAZANDI
Türkiye’nin hiçbir yerinde okuyamayacağına dair bir belge verilince, eğitim hayatına ara vermek zorunda kaldı. Danıştay kararıyla, 1944 yılında okuma hakkını tekrar kazandı ve İstanbul Işık Lisesi’ne yazıldı. Lise son sınıftayken amcasının kendisinden habersiz katıldığı CHP Şiir Armağanı’nda Cebbaroğlu Mehemmed şiiriyle ikincilik ödülünü kazandı. 1946’ta mezun oldu.
İstanbul Hukuk Fakültesi’ne kaydoldu. Üniversite yıllarında Yığın ve Gün gibi dergilerde ilk şiirleri yayınlanmaya başladı. 1948’de ilk şiir kitabı Duvar’ı yayınladı.
1949 yılında, üniversite ikinci sınıftayken Paris’e gitti. Fransız toplumu ve orada bulunduğu çevreye ilişkin gözlemleri daha sonraki eserlerinde yer alan bir çok karakter ve olaya temel oluşturmuştur. Türkiye’ye geri dönüşünde sıklıkla başı polisle derde girdi. Bir kaç kez gözaltına alındı.

1950’Lİ YILLARDA ADINI DUYURDU1951 yılında Gerçek gazetesinde bir yazısından dolayı kovuşturmaya uğrayınca tekrar Paris’e gitti. Fransa’daki bu dönem Attilâ İlhan’ın Fransızca’yı ve Marksizmi öğrendiği yıllardır. 1950’li yılları İstanbul - İzmir - Paris üçgeni içerisinde geçiren Attilâ İlhan, bu dönemde ismini Türkiye çapında duyurmaya başladı.
Yurda döndükten sonra, Hukuk Fakültesi’ne devam etti. Ancak son sınıfta gazeteciliğe başlamasıyla beraber öğrenimini yarıda bıraktı. Sinemayla olan ilişkisi, yine bu dönemde, 1953’te Vatan gazetesinde sinema eleştirileri yazmasıyla başlar. 1957’de askerliğini yaptıktan sonra sinema çalışmalarına ağırlık verdi. Ali Kaptanoğlu adıyla onbeşe yakın senaryo yazdı.

YASAK SEVİŞMEK VE AYNANIN İÇİNDEKİLER
1960’ta Paris’e geri döndü. Babasının ölmesiyle birlikte İzmir’e döndü. Sekiz yıl İzmir’de kaldığı dönemde, Demokrat İzmir gazetesinin başyazarlığını ve genel yayın yönetmenliğini yürüttü. Aynı yıllarda, şiir kitabı olarak Yasak Sevişmek ve Aynanın İçindekiler serisinden Bıçağın Ucu yayınlandı. 1968’te evlendi, 15 yıl evli kaldı.
1973’te Bilgi Yayınevi’nin danışmanlığını üstlenerek Ankara’ya taşındı. Sırtlan Payı ve Yaraya Tuz Basmak’ı Ankara’da yazdı. 81’e kadar Ankara’da kalan yazar Fena Halde Leman adlı romanını tamamladıktan sonra İstanbul’a yerleşti.

SEKİZ SÜTUNA MANŞET, KARTALLAR YÜKSEK UÇAR VE YARIN ARTIK BUGÜNDÜR
İstanbul’da gazetecilik serüveni Milliyet ve Gelişim Yayınları ile devam etti. Bir süre Güneş gazetesinde yazan Attilâ İlhan, 1993-1996 yılları arasında Meydan gazetesinde yazmaya devam etti. 1996 yılından beri köşe yazılarını Cumhuriyet gazetesi’nde sürdürmekteydi. 1970’lerde Türkiye’de televizyon yayınlarının başlaması ve geniş kitlelere ulaşmasıyla beraber Attilâ İlhan da senaryo yazmaya geri dönüş yaptı. Sekiz Sütuna Manşet, Kartallar Yüksek Uçar ve Yarın Artık Bugündür senaryosunu yazdığı dizilerdi.
Türk edebiyatının usta kalemi Attila İlhan, 80 yaşında hayatını kaybetti. ()

ATTİLÂ İLHAN KİTAPLARI

ŞİİR Duvar
 Sisler Bulvarı
 Yağmur Kaçağı
 Ben Sana Mecburum
 Belâ Çiçeği
 Yasak Sevişmek
 Tutuklunun Günlüğü
 Böyle Bir Sevmek
 Elde Var Hüzün
 Korkunun Krallığı
 Ayrılık Sevdaya Dâhil
 Kimi Sevsem Sensin

ROMANSokaktaki Adam
Zenciler Birbirine Benzemez
Kurtlar Sofrası
Aynanın İçindekiler
 Bıçağın Ucu
 Sırtlan Payı
 Yaraya Tuz Basmak
 Dersaadet’te Sabah Ezanları
 O Karanlıkta Biz
 Fena Halde Leman
 Haco Hanım Vay
 Allahın Süngüleri-Reis Paşa

ÖYKÜ
Yengecin Kıskacı

DENEME-ANI
Abbas Yolcu
Yanlış Kadınlar Yanlış Erkekler
ANILAR VE ACILAR
 Hangi Sol
 Hangi Batı
 Hangi Seks
 Hangi Sağ
 Hangi Atatürk
 Hangi Edebiyat
 Hangi Laiklik
 Hangi Küreselleşme

ATTİLÂ İLHAN’IN DEFTERİ Gerçekçilik Savaşı
 ‘İkinci Yeni’ Savaşı
 Faşizmin Ayak Sesleri
 Batı’nın ‘Deli Gömleği’
 Sağım Solum Sobe
 Ulusal Kültür Savaşı
 Sosyalizm Asıl Şimdi
 Aydınlar Savaşı
 Kadınlar Savaşı

CUMHURİYET SÖYLEŞİLERİ
 Bir Sap Kırmızı Karanfil
 Ufkun Arkasını Görebilmek
 Sultan Galiyef
 Dönek Bereketi
 Yıldız, Hilâl ve Kalpak

ÇEVİRİLERİ
Kanton’da İsyan (Malraux)
Umut (Malraux)
Basel’in Çanları (Aragon)

15 Ocak 2012 Pazar

(şiir) devrim -sunay akın-

Devrim

Temiz kalan tek yerdir devrim
bütün bir yıl
kirlenen duvarda
ama görebilmek icin
asıldığı çividen indirilmelidir
yapraklari biten takvim


Zorbalara direnmektir devrim
bir çocuğun
annesinin çantasından aldığı paraları
altına gizlediğini
söylememiştir dövülen
hiçbir hali


İçinde yaşamaktır devrim
dikiş kutusunun
ve toplu iğneler gibi
bir arada olmayı gerektirir
karşı koyabilmek icin zulmüne
makas denilen patronun


Gece ışıklar arasında koşmaktır devrim
ateş böceklerini
yakalamak isteyen çocukların
peşine takılır gün gelir
yanıp sönen mavi ışıkları
polis arabalarının


Kağıt bir gemidir devrim
bütün gemiler
hurdaya çıksa da sonunda
taşıdığı özgürlük şiiriyle
batmadan yüzer nicedir
dünya sularında


Kim bilir kaç yunus görmüş
kaç DENİZ GEZMİŞ...
Sunay Akın


14 Ocak 2012 Cumartesi

(şiir) 62 tavşanı -Sunay Akın-

62 Tavsani

Denize dusen
bir oyuncaktir Kız Kulesi
soruyorum berber koltugundan
iki ayna arasinda
akip giden goruntume
sair olaniniz hangisi

Pencere tullerine
gelinlik diye sarilan
o kucuk kiz nerede simdi
gemim coktan batti
denize inen tum filikalarıma
erkekler bindi

Duvardaki yangin dugmesini
orten cam parcasiyim
kurtulusun olacaksa
hic dusunme
ayakkabinin topuguyla
kir beni

İnanıyorum uzaylilara
duymaliyim birilerinden
yildizlardan nasil
gorunurdu diye
mahallemizdeki yazlik
sinema

Ogrendim saat kulelerini
kibrit kutularından
bagisla beni
iki dunya savasinin
yasanildigi yuzyilda
nufus cuzdanimdaki 62'den
yaptigim tavsan
Sunay Akın


11 Ocak 2012 Çarşamba

(diskograf) Brenna MacCrimmon



benim türkülerim var çokların sevdiği...


Brenna MacCrimmon Kanadalı bir halk müziği sanatçısıdır. Toronto, Ontario doğumludur. 1980'lerin sonundan beri Balkan Müziğiçalışmakta, öğretmekte ve söylemektedir. Çok iyi Türkçe konuşan ve şarkı söyleyen MacCrimmon, uluslararası anlamda bir Türk halk müziği ses sanatçısı olarak kabul edilmektedir.
Türk Müziği'ne olan ilgisi gençliğinde Burlington, Ontario'daki bir kütüphaneyi ziyaret etmesi ile başladı. Bu deneyimi kendisi "Türkçe albümlere rastladım ve aniden duygusal bir bağ oluştu" şeklinde tanımlıyor. 1980'lerin başlarında Toronto Üniversitesi'nde etnik müzikoloji dersleri alırken yerel Türk müzisyenlerle tanıştı ve bağlama öğrenmeye başladı. Daha sonra bir Türk müzik grubunda çalmaya ve şarkı söylemeye başladı.
Rumeli Müziği olarak bilinen Türk-Balkan ezgilerine ilgi duydu. Türk müziği teorisi üzerine çalışmalar yaptı ve unutulmaya yüz tutan halk müziği arşivlerini araştırdı. Türkiye ve Yunanistan'a pek çok ziyarette bulundu. Yunanistan başta olmak üzere, Trakya-Balkan bölgesini, köy köy, şehir şehir gezmiş, müziği kadar kültürünü, insanını da benimsemiştir.

90'lı yılların başında Kanada'da Balkan müzikleri üzerine tez hazırlarken İstanbul'a gelmiş ve kalmaya karar vermiştir. Türkiye'de bulunduğu beş yıl içerisinde Türk kültürü ve halk müziği ile yoğun bir şekilde iç içe yaşayan sanatçı pek çok özel gösteri ve festivalde sahne aldı.

Soprano ses tonuna sahip MacCrimmon, Selim Sesler'le kurdukları Karşılama adlı grup ve aynı isimli albümde türküler söylemiş, bu albüm ile 1998 senesinde June Ödülü'nü kazanmıştır. Ayrıca Baba Zula ve Mad Professor ile birlikte Psyche-belly Dance Music ve Duble Oryantal albümlerinde yer aldı.
Fatih Akın'ın yönettiği İstanbul Hatırası: Köprüyü Geçmek (Crossing the Bridge) adlı filmde anonim bir eser olan 'Penceresi Yola Karşı' ve 'Ben Bir Martı Olsam' adlı türküyü, Elveda Rumeli dizisinde de "ediye" şarkısını seslendirmiştir.

İstanbul ve Kanada'da müzik eğitimini tamamlamıştır. Kanada'da yaşantısını sürdürmekle beraber halen Türkiye'ye gidip gelmekte ve hem ülkesinde hem de İstanbul'da farklı sanatçılarla sahne almaktadır. Yakın zamanda Beth Cohen, Paul Brown, Polly Ferber ave Haig Manoukian ile birlikte Orkestar Keyif adlı bir grup kurmuştur.



şemsiyemin ucu kare.

 getme gel. 

 ben bir martı olsam.

 yağmur yağar taş üstüne.